Türk Kütüphanesi

Uygur Turk Devleti

En eski Türk devletlerinden biri olan
Uygurlar Kutluğ Kül Bilge Kağan tarafından
745 te kurulmuş,dahili
karışıklıklar ,manihaizimin ,tesirleri ,Kırgızlar'ın
istilası ile 840 ta yıkılmıştır.
Ortaçağ da gelişmiş bir uygarlık kuran
Uygurlar ,önceleri Kuzey Moğolistan'da
yaşıyorlardı.Hun İmparatorluğu yıkıldıktan
sonra Göktürkler'in buyruğu altına
girdiler.Daha sonra da onlara karşı
ayaklanarak 740 ta bağımsız bir devlet
kurdular.Öteki Türk boylarını egemenlikleri
altına alarak güçlendiler.Uygurlar Çinlilerle
de ilişki kurdular.lX.yy.ın ortalarında
Tibetlilerle Kırgızların saldırısına uğrayarak
yıkılan Uygur Devleti ortadan
kalkınca ,Uygurlar Batıya göç ederek (840)
küçük,dağınık devletler kurdular.Sonunda
bütün Uygurlar , Cengizhan zamanında
Moğolların egemenlikleri altına
girdiler.Böylece son Uygur devleti de ortadan
kalktı (1212).O zamandan beri bir daha
bağımsız olamayan Uygurlar , bugün Çin'in
kuzey batısında ,Çin egemenliği altında
yaşamaktadırlar.
Uygurlar Yenisey kaynakları,Çu-Talas
havalisi ,İç Asya ve Kerulen'a kadar olan
sahaya yayılmıştır.
Uygurlar sanat,yapı,yönetim işlerinde ileri bir
uygarlıktılar.14 harfli bir alfabe
kullanırlardı.Budha dinine bağlıydılar.Uygur
fikir adamları Arapça ve Hintçe den çeviriler
yaptılar.Uygurlardan kalan en önemli yapıt
Yusuf Has Hacip'in "Kutadgu Bilig" (Mutlu
olma bilgisi ) adlı eserdir.
UYGUR DEVLETİ (745-840)
Kurucusu: Kutluk Bilge Kül Kağan’dır.
Başkenti: Karabalgasun’dur.
Hükümdarları:
Kutluk Bilge Kül Kağan
Moyen- Çor Kağan
Bögü Kağan’dır.
Özellikleri
İslamiyet’ten önceki Türk devletinin arasında
ilk defa göçebe hayat tarzından yerleşik
hayata geçerek tarım ve ticaret faaliyetleriyle
uğraştılar.
Türk tarihinde ilk defa şehir ve kasabalar
kurarak, ilk Türk mimari eserlerini meydana
getirdiler.
Çinlilerle ilişkileri sonucunda kağıt ve
matbaayı kullandılar.
Kendine özgü Uygur Alfabesi’ni kullandılar.
Yıkılış Sebebi
839 yılında meydana gelen kıtlık, açlık,
şiddetli soğuklar ve salgın hastalıklarla
devletin zayıflaması
devletin zayıflamasından yararlanan
Kırgızların akınlarını arttırmaları
840 yılında Kırgızlar tarafından yıkıldılar.
Devleti yıkılan Uygurların bir kısmı çeşitli
yerlere göç ederek yerleştiler. Uygurlar, XII.
Yüzyıl başlarında Moğolların egemenliğine
girdiler.
“ Uygurlar, Moğol egemenliğinde yaşarken
Araplarla Çinliler arasında yapılan Talas
Savaşı (751)’ndan sonra Müslüman
olmuşlardır.”
“ kültür ve medeniyet yönünden Moğolları
etkileyen Uygurlar, Moğollardan bir kısmının
Türkleşmesini sağladılar.
Devlet - Saray hayatı :
Çağın en ileri ve aydın ülkesi idiler.Hanlığa
hukuki esaslara dayanan devlet adı
verdiler.Hukuk devleti vücuda
getirdiler.Yabancı ellerde yaşayan Türk
kolonileri için koruyucu kanunlar
çıkardılar.Devlet idaresinin yürütülmesinde
memurlar ,vekiller ve çeşitli mansuplar
oluşturdular.Saray hayatını ,düzenli
merasimleri tanzim ettiler.Han ve saray
halkının yakarıcı sefirleri karşılama vazifeleri
de düşünüldü.
Fikir Hayatı :
Yüksek seviyedendi.Uygur saraylarında yerli
yabancı
tarihçiler ,alimler,şairler,sanatkarlar,nakkaşlar,musikişinaslar
himaye gördü.Mürebbilerin ders
verdikleri ,kütüphaneler kurdukları Çin
gezginlerince belirtilir.Uygur şehzadesinin
kopuz çaldığı ,manzum bir edebiyatın
varlığıda unutulmamalıdır.
Uygurlar lX.yy. dan beri yüksek bir kültür
gelişmesi geleneğini kurdular Xll.yydan
itibaren Orta-Asya Türk Moğol halklarının
kültür terbiyesini üstlendiler.
Son yarım asır içinde Uygur Hanlığı merkezi
olan Hoço ve İdikut şehri harebelerinde
yapılan kazılarda Budist,Manihey ve Hristiyan
mabetlerinde çok sayıda malzeme elde edildi.
Malzemeler Uygur dili ve edebiyatının
azametini belirtmeye yeter.Çoğu da dinlerden
yapılan tercümelerdi.Azı orjinal olmak üzere
tabiata ,astronomiye ve edebiyat nevilerine ait
tercüme vesikalar idi.Hatta Orjinali elde
olmayan ,Tibetçe'den çevrilen Uygur
hükümdarlarından birinin çevre
memleketlerden bilgi edinmek amacıyla
gezen memurların bir seyahatnamesi de
vardır.
Çoğu malzemeler çeviridir.Uygurca bu
yüzden Uygur dil adını da
almıştır.Uygurca'ya
İran,Hind ,Sağa ,Çin ,dillerinden kelimeler
girdi.Bunlar daha sonra mürebbi Uygurlar
tarafından Moğolca'ya da
eklenmiştir.Tabiatıyla Uygurca'ya Dini ve
Ticari münasebetler vasıtasıyla pek çok
kelime girmiştir.
Uygurların Alfabeleri :
Uygurlar muhtelif alfabeler
kullandılar.Rum,Brahma,Tibet,Süryani,Soğa,Uygur,Mani
alfabeleridir.
Hind harleriyle Budizm dinine ait Türkçe
metinler Avrupalı bilginler tarafından
bulunmuştur.629 yılında bu hurufati terkle
milli Soğa alfabesi Budist Uygurlarca
kullanılmıştır.Daha sonra Mani dinine
mensup olanlar Mani,Hristiyan Uygurlar da
Süryani alfabesini kullandılar.
Soğal alfabesini Türkler ilkin Kara Balgasun
abidesinde kullanmıştır.Bu abide 825-832
yılına kadar egemenlik süren Uygur halkının
onuruna kazınmıştır.Bu harfler önce Uygur
hurufatı sayıldı.F.W.K. Müller ise Soğa
alfabesi olduğunu ortaya koymuştur.Soğa
harfleri Uygu harflerinin bir eşidir.Soğa
alfabesinin olgunlaşması da Uygur
hurufatıdır.Soğaların ticari hayatı etkili
olmuştur.
Soğa harfleri 22 işarettir.Arami alfabesine
yakındır.Üç işaret de noktalama işareti olarak
kullanılmıştır;belki Soğa alfabesinin kaynağı
Arami harfleridir.
Uygur Harfleri
Menşei Arami >soğa>Uygur alfabesi olan bu
hurufatı Uygurlar ,müstakil bir devlet olunca
Vlll.yy.ilk yarısında kullandıkları birkaçı
dışında hepsi bitişik yazıldı.Göktürk
alfabesine göre Uygur Alfabesi daha az
işaretlidir.Yarı sedalı sese tekabül eden (y)
nin dışında 18 işaret bulunur.
Uygurca 'da ünlüler için üç işaret ;ünsüzler
için 15 işaret kullanılmıştır.
Uygur harflerine ilk temas eden Xl.yüzyılda
Kaşgarlı Mahmut olmuştur.Uygur hurufatı
Türk hurufatı diye adlandırılır.Alfabeyi
sırasıyla gösterir.
UYGUR DEVRİNİN GENEL KARAKTERİ
Uygur Kağanlığı Gök-Türk Devleti’nin sahip
olduğu mirasın üzerine kurulduğu için bu
devletin, yani bozkır kültürünün geleneğini
sürdürüyordu. Ancak, zamanla Çinlilerle fazla
yakınlaşma ve Manihaizm’in girmesi hayat
tarzını eskisine göre değiştirmelerine sebep
olmuştur. Soğdluların devlet mekanizmasında
yer alıp etkili olmalarının da bunda rolü
vardı. Uygur Devleti Dokuz Oğuz boyları
üzerinde yükselmişti; halk unsurunun esası
onlardı. Zaten, diğer kalabalık Karluk ve
Türgiş gibi boylar Orta Asya’nın batısında Sır
Derya, Çu, Talas ve ili gibi ırmakların
havzalarında yoğunlaşmışlardı.
Nitekim Dokuz Oğuz tabiri Çin kaynaklarında
doğudaki Töles boylarına verilen addır ve ilk
defa 627 yılında kullanılmıştır. Bunun
yanında Uygurlar kendi içlerinde on kabileden
oluşuyordu. İlk hanedanın adı Yaglakar
kabilesinden geliyordu ve 795’e kadar bu
durum devam etti.
Uygur Kağanlığı’nın sınırları doğuda Moğol
kökenli Shih-weilere kadar uzanıyordu. Diğer
taraftan batıda Altaylar, Çin’de Kansu-
Ordos’a kadar olan bölge, Gobi çölünün
güneyi ve Beşbalık-Turfan havzası sınır
sayılabilirdi. Ancak bu yöndeki sınır
Tibetlilerin baskıları yüzünden bazen elden
çıkıyordu Beşbalık’taki Kağan Fu-t’u kalesi
bir ara Karlukların eline geçmişti.
İkinci hanedandan itibaren unvanların
değişmesi ay ve kün gibi tabirler
Maniheizm’in etkisini açıkça göstermektedir.
Bunun yanında 795’ten sonra Beşbalık, Koço,
Kuca, Aksu, Karaşar ve Kaşgar gibi Şehir
devletçikleri üzerinde Uygur nüfuzunun
artmasında Maniheizm’in katkısı
görülmektedir.
Karabalgasun, devletin merkeziydi ve devlet
meclisi burada toplanırldı. Gök-Türklerin
kullandığı bütün unvanlar Uygurlar tarafından
da kullanılıyordu. Ama bazı unvanların
karşılıkları değiştirilmişti. Mesela, Çince
kökenli olan Tutuk unvanı “askerî vali” yerine
“boy reisi” anlamına geliyordu. Onların
sayıları 11 olup siyasi görevlerinin yanında
devlet için vergi toplamaktaydılar. 779’da bir
ihtilal yapan Tun Baga Tarkan, verdikleri
zarardan dolayı Maniheistleri devletten uzak
tutmuştur. On üç hükümdarın yedisinin
hanımı Çinli idi.
On üç kağandan yedisinin unvanında şu
terimlerden biri bulunmaktadır: Tengride, Ay
Tengride, Kün Tengride. Bu, hâkimiyetin
gökten, güneşten veya aydan geldiğine
inanıldığını göstermektedir. Aslında bir
bakıma Uygur kağanlarının söz konusu
unvanlarla hükümdarlıklarının sadece
Uygurlarla sınırlı olmayıp, bütün dünyanın
hükümdarı olduğu düşüncesinin olduğu
sonucunu çıkarmak da mümkündür.
Her ne kadar Çin imparatorları Uygur
kağanlarının kendileri tarafından tayin
edildiğini iddia etseler de, aslında Uygur
kağanları onlara karşı daima hâkimane bir
tavır takınmıştır. 762’de asi Shih Chao-i’ye
karşı T’ang hanedanına yardım için Çin’e
giden Bögü Kağan, Çin veliahdının kendi
önünde dans etmesini istemiş, buna karşı
çıkan Çinli memurlar dövülerek
öldürülmüşlerdi. Uygurlarda ilginç bir nokta
da yönetme becerisi gösteremeyen basiretsiz
hükümdarların sık sık tahttan indirilerek
katledilmeleridir.
821 yılında Ordu Balık’ı ziyaret eden Arap
seyyahı Tamim İbn Bahr’in bildirdiğine göre
Maniheizm şehirli halkın bağlı olduğu iki
dinden (diğeri Gök Tanrı inancı) biri idi. Bu
da gösteriyor ki, bütün propagandalara
rağmen Mani dini Uygurlar arasında tam
olarak yaygınlaşmamıştı.
Uygurlarda toplumsal yapı hızlı bir değişim
göstermiş, özellikle ekonomide ve düşünce
tarzında şehirleşmeye doğru atılımlar
yapılmıştır. Henüz devletin kuruluş
aşamasında, 744’te Çin kaynaklarında
Uygurlar hakkında “sulak ve otlakları bulmak
için gezerler, atçılık ve okçulukta ustadırlar”
gibi kayıtlar vardır. Aslında daha sonraki
dönemlerde de, Uygurların büyük bir kısmı
göçebe olarak kalmaya devam etmiştir. At,
sığır, koyun ve deve yetiştirmek onların
iktisadi temelini oluşturmaktaydı. Bozkır
hayat şartları gereği, en değerli hayvanlar
koyun ve at olarak göze çarpmaktadır. Atların
özellikle Çin ile yapılan ticarette ön plana
çıktığı görülmektedir.
An Lu-shan’ın oğluna karşı 757’de çıkılan
seferde 4 bin kişilik Uygur ordusuna günlük
20 sığır, 200 koyun ve 2900 kg. tahıl
verilmesi etin ne kadar çok tüketildiğini
göstermektedir. Hayvancılığın yanında,
Maniheizm öncesinde bile Uygurlar arasında
tarımın var olduğu bilinmektedir.
Maniheizm’in tesiriyle tarım daha da
yaygınlaşmıştır. Mani din adamları soğan
benzeri şeyleri yiyorlardı. 821 yılına
gelindiğinde her ne kadar ziraat yaygınlaşsa
da otlakların önemi hâlâ devam ediyordu.
Karabalgasun büyük bir şehir olup ziraat
yaygın bir şekilde yapılmakta idi.
Arkeologların araştırmalarına göre Uygurlar
değirmen taşları ve harman tokmakları
kullanılıyor, hatta sulama yapıyorlardı. Bazı
Uygur mezarlarında ölü ile birlikte gömülen
darı gibi tahıl kalıntılarına rastlanmıştır.
Ziraatın gelişmesine paralel olarak, şehircilik
de gelişmişti. Kağanın emriyle iki şehir inşa
edilmiştir. Bunlardan biri Başbalık olup
kağanın 757. yılında kurulmaya başlanmıştı.
Diğeri ise Karabalgasun idi. İçinde kağanın
sarayı olan Karabalgasun’un etrafı surlarla
çevriliydi ve 12 büyük demir kapısı vardı.
Nüfusu kalabalık olup çarşıları ve esnafı
mevcuttu. Bunun yanında şehre hâkim bir
mevkide, çok uzaklardan görülebilen altından
bir çadır olduğu, bunun sarayın düz damının
üzerinde bulunduğu ve içine yüz kişinin
sığdığı kaydedilmiştir. Büyük Uygur Kağanlığı
devrinden başlayarak, Beşbalık ve Koço gibi
şehirlerin etrafında Uygur nüfusu toplanmıştı.
Beşbalık Uygurları döneminde şehir kültürü
buralarda epeyce gelişmiştir. Ticareti de
öğrenen Uygurlar, lüks eşyalara ihtiyaç
duymaya başladılar. Çinlilerle At ipek ticareti
hiç görülmediği kadar artmıştı. Uygurlar elde
ettikleri ipeğin fazlasını ya başka ülkelere
ihraç ediyorlar ya da para birimi olarak
kullanıyorlardı.
T’ang hanedanını temelinden sarsan An Lu-
shan isyanı bertaraf edilince bazı Uygurlar
Çin’de kalmışlardı. Onlar orada zenginleştiler
ve bankerlik yapmaya başladılar. Zamanla bu
durum öylesine gelişti ki, bunlar IX. yüzyılın
sonlarına doğru Çin’in hemen bütün
maliyesini kontrol edecek duruma gelmişlerdi.
Uygurlar deve ve ata dayalı basit bir ulaşım
sistemi kurmuşlardı. Çok kalabalık gruplar
halinde yola çıkıldığında atların, develerin ve
arabaların beraber olduğu kervanlar
kullanılırdı. 820 senesinde binlerce Uygur ve
Çinlinin bulunduğu kafile Ch’ang-an’dan
Uygur başkentine doğru yola çıkmıştır.
Her ne kadar şehirleşme olsa da çadır önemli
bir barınak yeri olarak varlığını devam
ettirmiştir. “Zenginlerin iki veya daha fazla
çadırı olurdu” şeklinde kayıtlar
bulunmaktadır.
Eserini IX. yüzyıl ortalarında yazmış olan el-
Câhiz’e göre, Uygurlar Mani dinini kabul
ettikten sonra Karluklara yenilmeye
başlamışlardı. Yeni kabul edilen din Uygur
kağanlarının savaş isteklerini köreltmiş
olmalıydı. Uygurlar arasında bozkır ve şehirli
olmak üzere iki farklı hayatın ortaya çıkması
devletin temelini sarsan başka bir sebepti.
Devletin başkent dışında otoritesi zayıflamış,
boy reislerine serbest hareket etmek için
fırsat doğmuştu. Lüks ve gevşek hayat askerî
mücadelelere karşı devlet adamlarının gücünü
bitirirken, vezirler iktidarı ele geçirmek için
fırsat kolluyorlardı.
Ordu geleneklere uygun olarak kağanlarının
emrindeyse de, merkezî otoritedeki gevşeme
sonucunda “Tutuklar” ön plana çıkıyorlar,
zayıf kağanlara sadakatle bağlı olmuyorlardı.
UYGUR MEDENİYETİ
İslâm öncesi Türk devletlerinde boylar yazın
yaylak denilen serin, sulak, otlağı bol yüksek
yaylalarda, kışın ise kışlık denilen daha ılık
ova ve vadilerde yaşarlardı. Hükümdarlarında
yazlık ve kışlık olmak üzere iki merkezleri
bulunurdu. Uygurlar için de durum aynı idi.
Kışlık bölgede evlerin daha ziyade kerpiç
veya ahşap olması tercih edilirdi. Surlar bile
kalın ağaç kütüklerinden yapılırdı.
Ticari açıdan bakıldığında, Uygurlar komşu
devletlere canlı hayvan, kösele, deri, kürk ve
hayvansal gıdalar satarlar, karşılığında
hububat ve ipek alırlardı. Bu devirde Türklerle
komşuları arasındaki ticaret iki yoldan
gerçekleşiyordu.
1. İpek Yolu:Bu yol Çin’den başlıyor,
Türklerin çoğunlukta olduğu İç Asya’dan
geçip Akdeniz’e laşıyordu. İpek Yolu’na
hâkim olan devlet devrin dünya ticaretine
hâkim olacağından, bölgenin büyük devletleri
arasında kıyasıya bir rekabet vardı.
2. Kürk Yolu: Bu yol, Hazar ve Bulgar
ülkelerinden başlayarak, Ural, Güney Sibirya,
Altaylar ve Sayan dağları üzerinden Çin’e ve
Amur nehrine uzanıyordu. Bozkır sahasının
çoğunluğunu otlaklar meydana getirmekteydi.
Tarıma elverişli topraklarda Uygurlar buğday
ve darı başta olmak üzere tahıl ürünlerini
ekip biçmekteydiler.
İslâm öncesi Türk devletlerinde ekonomi,
bağlı devletlerden alınan yıllık vergi ve
hediyeler ve halktan toplanan vergilere
dayanıyordu. Vergi toplama işlemi özel
memurlar tarafından yerine getiriliyordu.
Ayrıca işlek ticaret yollarından sağlanan
vergiler ve madencilikten elde edilen yüksek
gelir devletin mali gücünü artırıyordu.Para
olarak üzeri resmî damgalı ipek parçaları
kullanıyorlardı.
Edebiyat ve Sanat
Türk destanları bozkır insanının hayat
mücadelesi örnekleriyle doludur. Bu edebiyat
türünde kurttan türeme, gökten inme ve
ışıktan olma motifleri bulunmaktadır.
Uygur mitolojisinde kurdun rehberlik vasfı
açık olarak görülür. “Kutlu Dağ” efsanesine
göre kutlu bir kaya Uygur ülkesine bereket ve
mutluluk getirmektedir. Bu kaya Çinlilere
verilince memlekete çöken uğursuzluklar,
açlık ve kıtlık yüzünden Uygurlar göç etmek
zorunda kalmışlardır.
Uygur Kağanlığı’na ait Şine-Usu Yazıtı,
Orhun-Selenga nehirleri arasında Şine Usu
gölü yakınında bulunmuştur. Gök-Türk
harfleriyle yazılmış olan bu yazıt Bayan Çor
Kağan adına dikilmiştir. Kitabede Selenga ve
Orhun ırmağından, On Uygur, Dokuz
Oğuzlardan ve Türk Ülkesinden
bahsedilmektedir. Ayrıca Uygur, Türk, Üç
Karluklar, On Oklar, Sekiz Oğuzlar ve Dokuz
Tatarlar gibi kavimler arasındaki
mücadelelerden, Tarduş, Tölis ve Kırgız
kavimlerinden söz edilmektedir.
Uygur kağanının Çikler üzerine yürüdüğünden
bahsedilmekte (750), Basmıllarla mücadele
anlatılmaktadır.
Türkçe, Çince ve Soğdça olarak üç dilde
yazılan Karabalgasun Yazıtı, başlangıçtan IX.
yüzyılın ilk çeyreğine kadar Uygur tarihini
konu alır. Asıl metin Gök-Türk alfabesiyle
yazılmıştır. Ancak, Türkçe olan kısım çok
tahrip olmuştur; sadece bazı kelimeler
okunmaktadır. Yazıtın Soğdça olan yüzü de
çok fazla silinmiştir. Sadece Çince kısmı
sağlam kalmıştır.
Uygurlar yerleşik hayata geçtikten sonraki
döneme ait belgeler oldukça fazladır.
Arkeolojik kalıntılar, el sanatları, resimler,
hukuk vesikaları, elçi raporları, özellikle
Turfan Uygur Devleti kültürü halkında değerli
bilgiler vermektedirler. Bunlardan biri 981–
984 tarihleri arasında Çin’in resmi elçisi
olarak Uygurlara giden Wang Yente’nin
raporudur. Bu rapora göre: “Kao-ch’ang
şehrine yağmur ve kar yağmaz, aynı
zamanda burası çok sıcaktır. Burada evler
beyaz badanalıdır. Chin-ling dağlarından
çıkan nehir şehrin bütün çevresini dolaşır,
tarlaları ve meyve bahçelerini sular ve su
değirmenlerini işletir. Zengin insanlar at eti,
geri kalanlar ise sığır eti ve yaban kazı yerler.
Onların müzik aleti olarak kullandığı alet
kopuz dur. Samur kürkü, pamuklu kumaş ve
çiçek motifleriyle işlenmiş giysiler üretirler.
Onların âdetlerine göre büyük bir kısmı ata
binerler ve ok atarlar. şehrin içinde pek çok
iki katlı binalar vardır. İnsanlar iyi yüzlüdür
ve usta sanatkârlardır. Bunlar altın, gümüş ve
demir kap yapımında çok ustadırlar. Onlar
aynı zamanda yeşim taşı işlemesini de çok
iyi bilirler.”
Turfan Uygurları mimari sahada da çok eser
vermişlerdir. Bu eserlerde Türk “otağ” ve
“ordu” geleneği, eski bozkır kültürü özellikleri
görülmekte idi. Malzeme olarak da, aşı boyalı
ve yaldızlı ağaç, balçık, tuğla ve taş (nadiren)
yanında oymalı seramik ve sırlı tuğla da
kullanırlardı. Uygurlar daha Orhun Irmağı
kıyılarında Ordubalık’ta iken de bu teknikleri
biliyorlardı. Arkeolojik kalıntılardan
anlaşıldığına göre Uygurlar surlu şehirler,
hükümdar kalesi, dini külliyeler, göller ve
akarsuların bulunduğu bahçeler yapmışlardır.
Maniheizm kendi sanatını da birlikte
getirmiştir. Mani’nin kendisi bizzat ressam
idi. Bu dinin adını bile duymak istemeyen
Müslüman yazarlar, onun resimdeki
başarısından hayranlıkla söz ederler. Uygur
Devleti’nin Turfan bölgesinde ve özellikle de
İdikut şehrinde bulunan freskler ve
minyatürler, Maniheizm’in Uygurlar arasında
ne kadar güçlü bir şekilde yayıldığını
göstermektedir. Bu minyatürlerde Uygur asıllı
müminlerin yanında beyaz elbiseli Mani
rahipleri resmedilmiştir.
Murtuk ve Bezeklikteki Budist fresklerin
bazısında Uygur müminlerin resimleri vardır.
Bunlar Uygur kültürünün zenginliğini ortaya
koymaktadır. Bu fresklerdeki Soğdlu
kervancılar, Uygurların bunlar vasıtasıyla
İran’ın dinleriyle temas kurduklarını
göstermektedir.
Uygur devri sanatında Türklerin dik duruşu,
ciddi ifadeleri, protokol sırası ile dizilişleri
resimlerde görülmektedir. Uygur devrinde
realist portre sanatı gelişmiş tir. Türk
ressamları hayalî ve güzelleştirilmiş şahıslar
yerine tabiî portreler çiziyorlardı.
Türk örf adetlerini temsil eden tablolar
yapılmış, Türk ordusunun kahramanları ve
Uygur kağanlarının resimleri Budist
mabetlerinin duvarlarını süslemiştir. Bozkır
sanatının hayvan motifleri, bilhassa at resmi
yerleşik Uygur sanatında da önemini
korumuştur.Yerleşik medeniyetin en büyük
özelliklerinden biri şehirleşmedir.Kurulan bu
şehirlerde pazarların ortaya çıkması, ticaretin
gelişmesi ve ticarette paranın kullanılması
Uygurları n ilerlemesinin açık göstergeleridir.
Elimize geçen hukuk vesikalarından
anlaşıldığına göre Uygurların alım-satım ve
borç alıp vermede belirli bir para ve ölçü
sistemleri vardı. Borç olarak alınan mal ve
para faiz karşılığında genellikle ilkbaharda
alınır, mahsulün kaldırıldığı sonbaharda
ödenirdi. Bu kayıtlar bize ziraatın çok
gelişmiş olduğunu göstermektedir. Borç
karşılığı her ay faiz ödemesi yapılması, belki
de Türklerde ilk bankacılığın temelini teşkil
etmiştir.
Evlatlık verme vesikalarında evlâtlık verilen
oğul ve babalığın karşılıklı uymak zorunda
oldukları hususlar kaydedilmektedir. Mesela,
evlatlığa verilen oğul yeni ailesine karşı
ahlaki görevlerini yerine getirecektir.
Sorumluluklarını yerine getirmediği takdirde
cezalandırılacaktır. Buna karşılık babalık da
yeni evladına kendi öz evladı gibi davranacak
onun bütün maddi ve manevi sorumluluklarını
yüklenecektir. İleride kendisinin de bir evladı
dünyaya gelse, onu öz evladından ayırt
etmeyecek ve onun yetişmesine yardımcı
olacaktır.
Mimari Eserler
Uygur kültür ve sanatının karakterini eski
Türk dinî inançları ile Maniheizm ve Budizm
meydana getirmiştir. Sanat ve mimarlık
eserleri de bu inançların gereklerini
yansıtıyordu. Uygur mimarisinde dikkati
çeken bir başka gelişme, Budist külliyelerinin
Türk “ordu-balık” yapısı gibi iç içe iki surla
çevrili olmasıdır. Dört köşede büyük dağları
temsil eden kuleler ve müstakil inşa edilen
işaret kalesi vardı. Pagoda mimarisinin
özelliklerini taşıyan bu kuleler zamanla Uygur
sanatının incelikleriyle değişerek inceldi ve
Türk minaresine dönüştü.
Doğu Türkistan’da tapınak ve manastırlar
genellikle bir külliye manzarası arz
etmektedir. Kare sayılabilecek dikdörtgen bir
sur ile çevrili olan ve içerisinde hükümdar
sarayının ve bazı köşklerin de yer aldığı Koço
şehrinin güneyinde, merkezî bir avlu etrafında
gruplanmış mekânlardan oluşan manastır bu
durumdaki örneklerden sadece bir tanesidir.
Koço, Yar-Hoto, Murtuk ve Sengim şehrindeki
manastırlar da etraflarında rahip hücreleri ve
diğer çeşitli yardımcı fonksiyonları üstlenen
müştemilat yapıları ile birlikte ele alınıyordu.
Bu yapılar genellikle bir yükselti üzerine
yapılmış dikdörtgen planlı yapılardır.
Budist tapınaklar Uygurlardan evvelki Türk
dönemlerinde de vardı. Gök-Türkler
döneminde Akbeşim şehrinde tipik
özellikleriyle Budist tapınaklar yer
almaktaydı. Ancak Budist ve Maniheist
tapınaklar asıl gelişimini Uygur devrinde
göstermiştir.
Uygur manastır ve tapınakları, Selçuklu ve
Osmanlı külliyelerinin kaynağını teşkil
etmektedir. Uygur tapınakları arasında en
önemlilerinden biri Koço tapınağıdır. Akbeşim
şehrindeki Budist tapınaklardan birine
benzeyen bu mabedin köşelerindeki ve
kapılarının yanındaki kuleler sonraki mimarî
gelişmeler açısından dikkati çekmektedir.
Diğer önemli tapınaklar arasında Murtuk
Sengim’de bulunan bazı dinî yapılardan
bahsedebiliriz. Tapınakların bir bölümünde
ayrı olarak inşa edilmiş, çok katlı kule
şeklinde olup Türkçe olarak ediz ev denilen
pagodalar ilgi çekicidir. Bu pagodalardan
birisi, Yar-Hoto, şehrinin merkezinde yer alan
ana tapınağın sınırı içerisinden işlerine (inşa
esnasında duvar içinde bırakılan oyuk) Buda
heykelleri yerleştirilmiş bir kule şeklinde
yükselmektedir. Stupa denen Budist türbeler,
içi dolu bir kubbe şeklindeki yapılırdı. Uygur
stupası ise kubbeli otağa benzer bir yapıya
dönüşmüştür.
Uygur devri Türk sanatı tarihinin en ilgi çekici
mimari eserleri arasında kayalara oyulmuş
mağara tapınakları da gösterilebilir. Bu
tapınakların esası Çin’in kuzeyinde devlet
kuran Tabgaçlarda da görülmektedir. Doğu
Türkistan’daki Bezeklik, Kızıl ve Tun-huang
mağara tapınakları çok ünlüdür. Bunlar
arasında Uygur tarzının en seçkin örnekleri
Bezeklik mabetleridir.
Bezeklik mağara tapınakları Murtuk
vadisinde, Kızıl Dağ mevkiinde kayalara
oyulmuş 40 tapınaktan meydana gelmektedir.
Tapınakların genel planı en içte yer alan ve
yalnız rahiplerin girebildiği ve tapınılan Buda
veya diğer bir ilâhın heykelinin bulunduğu iç
tapınak ile bunun etrafındaki dehliz ve ikinci
derecede mekânlardan oluşmaktaydı. Bu
mabetler duvarları yoğun bir şekilde fresko
tekniğiyle yapılmış ve dinî anlamı olan
resimlerle bezendiği için Bezeklik adını
almıştır.
Türk Budist mimarisinde gelişen stupalar,
İslâmiyet’ten sonraki Türk türbe mimarisinin
temelini oluşturmaktadır. Uygurlardaki stupa
şekli “yurt tipi” çadır şeklinden ilham almıştı.
İslâmiyet’ten sonraki Türk mimarisinde soğan
kubbe denilen lotus kubbe tipi de ilk kez
Uygur stupalarıyla başlamıştır. Türklerden
önce stupalar, bir dinî şahsiyetin kemiklerinin
ve eşyalarının muhafaza edildiği kubbeli
yapılardan ibaretti.
Koço şehrinin surları dışında, kuzeydoğu
tarafında bulunan ve Koş-Gumbaz olarak
adlandırılan stupalar Uygur stupalarının en
güzel örneklerindendir. Aynı şekilde Toyuk
şehrindeki stupalar ile Yar-Hoto şehrinin
güneydoğusunda bulunan birçok stupa da
zikredilmeye değer özelliklere sahiptir.
Genel olarak Orta Asya mimarisinde, özel
olarak Uygur mimarisinde sivil mimarinin en
önemli ürünleri saraylar ve evlerdir. Saraylar
eski ordu-kent kuruluşları nın İç kale kısmına
karşılık geliyordu. Bazen yalnız bu iç kale
saray olarak nitelendiriliyor, bazen de sur
çerisinde saray ve köşkler söz konusu
oluyordu.
Koço’da hükümdar sarayı kalıntıları ortaya
çıkarılmıştır. Bir set üzerine inşa edilmiş bu
saray, aynı zamanda çift sıra surlarla
kuşatılmış bir kale (ordu kent) idi. Sarayın
mekânlarının kubbeli veya düz tavanlı olduğu
ve divanhanelerinin kuzey ve batıda
bulunduğu sanılmaktadır. Bu tip saray
düzenlemelerinde bazen setin köşelerinde
daha küçük köşkler de bulunuyordu.
Sarayların bazı örnekleri bu şekilde bir set
üzerinde değildir. Mesela Yar-hoto saray
harabeleri surla çevrili bir avlu içerisinde ve
başka bir tiptedir. Uygur evleri ise, genellikle
kaplumbağa tarzı çatı denilen, kıvrık çatılı,
etrafı duvarla çevrili, masif örgülü, dört köşe
veya yuvarlak pencerelidir.
Türklerde ordu-kentler sivil ve askerî
mimarinin kaynaştığı yapılardır. Proto tipleri
Milattan önceki devirlere inen bu kent tipinde,
surlar ve kulelerle çevrili, yaşanılan mekânlar
ve alanlar topluluğu vardı. En dışta ise bir
hendek bulunurdu. Dörtgen plandaki ordu-
kentte dört yönden gelen yollar hükümdarın
köşkü veya çadırının olduğu yerde kesişirdi.
Erken devirlerden sonra ordu kentlerde bir iç
kale bir de dış kale teşekkül etmişti.
Hükümdar veya yöneticinin iskân edildiği
kısım iç kale idi.
Eski Türk topluluklarında önemli askerî yapı
örneklerinden olan Karguy ya da Kargu
denilen gözetleme kuleleri hudut bölgelerinde,
önemli mevkilerde, surlar üzerinde veya sur
içinde yer almışlardır. Bu kuleler Türkler ve
Çinliler tarafından inşa ediliyordu. Özellikle
Gök-Türk devrinden İslâmî döneme kadar
olan zaman içerisinde bunlar çok yaygındı.
Bu kuleler genellikle dört köşe veya yuvarlak
planlı olarak inşa edilmişlerdir. Söz konusu
eserler bazen yukarıya doğru incelerek
yükselmekte, bazen de yukarıda darlaşan düz
bir bölümle sona ererek tepesi kesik bir
piramidi andırmaktadır.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol