Türk Kütüphanesi

Turk Kulturu

TÜRK KÜLTÜRÜ
A. TARİH:
TÜRK ADI
“Türk” adının anlamı ile ilgili olarak çeşitli
görüşler ileri sürülmüştür. Adları “Türk”
sözcüğüne benzediği iddia edilen bazı
toplulukların “Türk” milleti ile herhangi bir
ilişkisi olmadığı bilimsel çalışmalarla ortaya
konmuştur. Bu çalışmalara göre, “Türk”
sözcüğü; “güç, kuvvet, güçlü, kuvvetli, cesur,
türeli (kanun ve nizam sahibi) ve türeyen,
çoğalan” anlamlarına gelmektedir.
Tarihte “Türk” adıyla adlandırılan ilk devlet
“Gök-Türk Devleti” olmuştur. Coğrafî ad
olarak “Türkiye” kavramı, tarihte ilk kez
Bizans kaynaklarında yer almaktadır. VI.
yüzyılda “Türkiye”, Orta Asya’yı ifade etmek
üzere kullanılmıştır. IX. ve X. yüzyıllarda
Volga’dan Orta Avrupa’ya kadar olan alana
“Türkiye” adı verilmiş (Doğu Türkiye = Hazar
ülkesi; Batı Türkiye= Macar ülkesi); XIII.
yüzyılda Mısır ve Suriye de “Türkiye” olarak
adlandırılmıştır. Anadolu ise XII. yüzyıldan
itibaren “Türkiye” olarak tanınmıştır.
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DEVLETLERİ
Hun İmparatorlukları
Asya Hunları
Asya Hun Devleti, tarihte
bilinen ilk Türk devletidir ve
Orta Asya’da yaşayan Türk
boylarını bir araya getirerek, siyasî birliği
sağlamıştır. Kuruluşu hakkında kesin bilgiler
bulunmamakla birlikte, M.Ö. 220 yıllarından
Teoman tarafından kurulduğu ve devletin
Mete tarafından bir imparatorluk hâline
getirildiği, Çin kaynaklarından
anlaşılmaktadır. Mete zamanında Hun
İmparatorluğu; Sibirya, Çin Denizi, Japon
Denizi ve Hazar Denizi arasında kalan
topraklara hakim olmuştur.
Mete’nin ölümünden sonra, Asya Hun
İmparatorluğu, gücünü bir süre daha
korumuş, ancak devlet yönetimindeki veraset
sistemi, yani devletin hükümdar ailesinin
ortak malı olarak kabul edilmesi ve
imparatorun her çocuğunun yönetimi ele
alma hakkı bulunması ve Çinli prenseslerle
evlilik sonucunda yaşanan karmaşalar
nedeniyle devlet, Doğu ve Batı Hun
İmparatorluğu olmak üzere ikiye
bölünmüştür.
Hun İmparatorluğu, kurulduğu coğrafî
bölgenin yapısına paralel olarak at
yetiştiriciliğine ve hayvancılığa dayalı bir
ekonomiye sahiptir. Bu ekonomik yapı,
devletin askerî başarısını da beraberinde
getirmiştir. Tarıma elverişli olmayan uçsuz
bucaksız bozkırda, at yetiştiren Hunlar, Mete
zamanında hem askerî, hem sosyal hem de
ekonomik bakımdan oldukça başarılı bir
merkeziyetçi devlet sistemi kurmuşlardır.
Göktürkler
Göktürkler, tarihte Türk adı
ile kurulmuş ilk devlettir.
Hun İmparatorluğunun
zayıflaması ve dağılmasından sonra 552
yılında Türk boyları arasında hakimiyet
sağlanarak Göktür Devleti kurulmuştur.
745’te Uygurlar, İkinci Doğu Göktürk (Kutluk)
Kağanlığını mağlup etmesiyle, Göktürk devleti
yıkılmıştır.
Göktürk dönemi ile ilgili olarak, aynı
dönemden Orhun-Yenisey vadisine dikilen ve
Göktürk alfabesi kullanılarak yazılan Orhun
abidelerinden bilgi alınabilmektedir.
Uygurlar
745-840 yıllarında Orta
Asya’da Uygurlar hakimiyet
sürmüşlerdir. Göktürk
Devletinin yıkılmasından sonra kurulan Uygur
Kağanlığı, yerleşik hayata geçilmesi ve
ticaretle uğraşılması bakımından Türk
tarihinin en önemli dönemlerinden birini teşkil
etmektedir. 840 yılında Uygur hakimiyeti
sona ermiştir.
İslamiyet Öncesi Türk Devletlerinde Devlet
Yönetimi:
İl: İslamiyet öncesi Türk devletlerinde “İl”
sözcüğü, devleti ifade etmek için
kullanılmıştır.
Han, Hakan, Kağan, Yabgu, Tanhu: Devlet
yöneticileri veya imparatorlar İslamiyet
öncesi Türk devletlerinde Han, Hakan, Kağan,
Yabgu veya Tanhu olarak adlandırılmıştır.
Kut: Türk inanış ve düşünüş siteminde, devleti
yönetme yetkisinin Tanrı tarafından Türk
Kağanına verildiği kabul edilmektedir. Bu
düşünceye “Kut” adı verilmektedir.
Tigin: Kağan’ın erkek çocuğuna “Tigin” adı
verilmektedir.
Şad: Kağan’ın erkek çocuklarının, devlet
yönetiminde tecrübe kazanmaları için ülkenin
çeşitli bölgelerinde “Şad” adı verilen kişilerin
yanında eğitilmeleri sağlanırdı.
Hatun: Devlet yönetiminde Kağan’ın yanında
yer alan eşi, “Hatun” olarak adlandırılır ve
Hakan sefere çıktığında ülke “Hatun”
tarafından yönetilir, elçiler “Hatun” tarafından
kabul edilir. Bu anlayış, Türk kültüründe
kadına verilen değeri göstermesi bakımından
da önemli bir anlayıştır.
Veraset Sistemi: İslamiyet öncesi Türk
devletlerinde Kağan’ın ölümünden sonra tahta
kimin geçeceği hususunda belirli bir sistem
yoktur. Devlet, Kağan’ın ailesinin ortak malı
olarak kabul edildiğinden, Kağan’ın erkek
çocuklarından herhangi birinin tahta talip
olması veya tahtı ele geçirmek için diğer
kardeşleri ile mücadeleye girişmesi sık
yaşanan durumlardan biriydi. Belirli bir devlet
teşkilatı oluşturan Mete’den sonra bile,
İmparatorluk kardeşler arasında Doğu ve Batı
olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu durum, Türk
devletlerinin kısa sürede bölünmesine ve
gücünün zayıflayarak yıkılmasına neden
olmuştur.
İkili Sistem: Devlet; doğu-batı veya sağ-sol
olmak üzere ikiye bölünerek yönetilmiştir.
Türk inanç ve düşünüş sisteminde doğu,
kutsal kabul edildiğinden devletin merkezi
doğuda bulunmuştur ve devletin başına da
doğuda bulunan Kağan geçmiştir. Batıya ise,
Kağan’ın kardeşlerinden biri veya Kağan’ın
oğlu atanmış, bu kişiye de “Yabgu” ünvanı
verilmiştir.
Kurultay-Kengeş: Devlet, Kağan ailesinin malı
olarak kabul edilmekle birlikte, devlet işleri,
“Kurultay” veya “Kengeş” olarak adlandırılan
danışma meclisi aracılığıyla yürütülmüş;
çeşitli sosyal, askerî, siyasî ve dinî konular
bu Kurultaylarda görüşülüp, karara
bağlanmıştır.
Toygun: Kurultaya katılma hakkı bulunan
kişilere “Toygun” adı verilmektedir.
Toy: Kağan tarafından düzenlenen yemekli
toplantılar ve eğlenceler “Toy” olarak
adlandırılmıştır.
Başkentler: Hun ve Göktürk döneminde
“Ötüken”, Uygur döneminde ise
“Karabalgasun-Ordubalık” başkent olarak
kabul edilmiştir.
Aygucı: Başbakan
Buyruk: Bakan
Bitikçi: Sözlük anlamıyla “Yazan, yazıcı”
anlamına gelen bu sözcük, İslamiyet öncesi
Türk devletlerinde “Katip”lere, devletin
yazışmalarını yapan kişilere unvan olarak
verilmiştir.
Tamgacı: Devletin dış işlerinden sorumlu olan
kişiye “Tamgacı” adı verilmiştir.
Tarkan: İslamiyet öncesi Türk devletlerinden
ordu komutanları “Tarkan” unvanı ile anılırdı.
Apa: Devlet içerisinde çeşitli görevleri olan
sivil yöneticiler “Apa” olarak adlandırılır.
Tudun: Devletin vergiye bağladığı diğer
devletlerden vergilerin tahsili ve denetimi işi
“Tudun” adı verilen memurlar tarafından
yapılmıştır.
Yargucı: Yargıçlar
Yargu: Hakan’ın başkanlık yaptığı
mahkemeler. Siyasi suçlara bakılırdı
Ağılığ: Hazine görevlisi
İslamiyet Öncesi Türk Toplumunda Din ve
İnanış:
İslamiyet öncesi Türk toplumunda “Gök Tanrı
Dini” olarak adlandırabileceğimiz bir dinî
inanış hakimdi. Bu inanç sistemine göre “Gök
Tanrı” göğün yedinci katında oturmaktaydı.
Dünya; yer, gök ve yer altı olmak üzere üçlü
bir yapıda kabul edilmekteydi. “Gök Tanrı”nın
Türk hakanına dünyayı idare etmesi için “Kut”
verdiğine inanılırdı.
Şamanizm: İslamiyet öncesi Türk
toplumlarında dinî törenler “Şaman”lar (Kam,
Baksı) tarafından idare edilmiştir.
Atalar Kültü: Türkler, hayatın ölümden sonra
da devam ettiğine inanırlardı. Bu nedenle
ölen atalarını unutmazlar, onları belirli
dönemlerde anarlar ve onlar için çeşitli
büyüsel uygulamaları yaparlardı. Bu
uygulamalar “atalar kültü” olarak
adlandırılmaktadır.
Tabiat Kuvvetlerine İnanma: Eski Türk
inancına göre, her varlığın bir ruhu vardır.
“Yer-Su” ruhları olarak adlandırılan bu inanış,
eski Türk inanç sisteminin önemli bir
parçasını oluşturmaktadır.
Sadece Uygurlar, yerleşik hayata geçtikten
sonra Maniheizm ve Budizm’i, Hazarlar
Musevilik inancını, Bulgarlar ise Hıristiyanlık
inancını kabul etmişlerdir.
Eski Türklerde Aile: İslamiyet öncesi Türk
toplumunda aile, toplumun temel yapı taşı
olarak kabul edilmiş ve aile hayatına çok
önem verilmiştir. Türklerde erkek, aile reisi
olarak kabul edilmiş, ancak kadına da
toplumsal yaşam içerisinde çok değer
verilmiştir. Türklerde “Tek Eşli” evlilik biçimi
görülmektedir.
İSLAMÎ DÖNEMDEKİ İLK TÜRK
DEVLETLERİNDE DEVLET YÖNETİMİ:
751 yılında Çinliler ve Abbasiler arasındaki
Talas savaşında, Arapların yanında yer alan
Karluk, Yağma ve Çiğil gibi Türk boyları,
İslamiyet’i kabul etmişler ve Türkler bu
tarihten X. yüzyıla kadar büyük oranda
Müslüman olmuşlardır.
İslamiyet’in kabulü sadece sosyal ve kültürel
hayatı değil, aynı zamanda devlet yönetimini
de etkilemiştir. “Türk cihan hakimiyeti
mefkuresi” olarak adlandırılan ve Türklerin,
Tanrı’dan “kut alarak”, dünyaya düzen
vermeye gönderildiği düşüncesinden hareketle
düzenlenen seferler, İslamiyet’in kabulü ve
“cihat” düşüncesinin benimsenmesiyle
birlikte, İslamiyet’i yaymak için düzenlenmeye
başlamıştır.
İlk Türk-İslam devleti “Karahanlılar”dır.
Gazneli ve Selçuklu hükümdarları “Sultan”
unvanını kullanmışlardır.
Hükümdarlık Sembolleri: Türklerde; “Otağ,
Sancak, Davul, Tuğra, Arma, Unvan, Hilat
(Giysi), Taht, Asa ve Çetr (Saltanat
Şemsiyesi)” hükümdarlık sembolleri olarak
kullanılmıştır.
Selçuklular döneminde yönetim sistemi, diğer
Türk devletlerine göre daha da gelişmiş,
devlet yönetimi ile ilgili meseleler “Divan-ı
Saltanat” olarak adlandırılan, büyük bir
divanda görüşülmüş ve karara bağlanmıştır.
Sultan: Türk-İslam devletlerinde devlet
başkanları “Sultan” olarak adlandırılmıştır.
Veraset: İslamiyet öncesi Türk devletlerinde
görülen “Veraset” anlayışı, İslamiyet’in
kabulünden sonra da devam etmiştir.
Melik: Sultan’ın çocukları “Melik” unvanı ile
anılmıştır.
Hacip: Divan üyeleri ile Sultan arasındaki
ilişkiyi düzenler.
Atabey: Sultan’ın çocuklarının eğitim ve
öğretimlerinden sorumlu olan kişilerdir.
Menşur: İslamiyet öncesi Türk toplumlarında
yoktur. Herhangi bir olay veya kararla ilgili
olarak halifenin onayının alınması işlemine
“Menşur” denir.
Vezir: Sultanın vekili olarak bütün devlet
işlerinden sorumludur.
Divan-ı Saltanat (Hükümet): Divanda iç ve
dış işler, maliye, ordu, eğitim, genel teftiş ve
yazışma işleri görüşülür.
Divan-ı Arz: Askerlik, ordu işlerinden
sorumludur.
Divan-ı İstifa: Mali işlere bakar. Divanın
sorumluluğunu da yapardı.
Divan-ı İşraf: Askeri ve hukuki işler dışında
tüm işler dışında her türlü denetim işine
bakardı.
Divan-ı Tuğra: İç ve dış yazışma işlerine
bakardı.
Bazı Önemli Türk Bilim Adamları:
Özellikle X. yüzyıldan itibaren bazı önemli
bilim adamları da Selçuklu coğrafyasında
yetişmiştir.
Nizamülmülk: “Siyasetnâme” adlı bir eseri
olan Nizamülmülk, kurmuş olduğu ve kendi
adı ile anılan medreseler ile bilimin
gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.
Farabi: Felsefe, matematik, astronomi ve fizik
bilimleriyle ilgili önemli çalışmaları vardır.
Gazali: Yaşadığı dönemin en önemli felsefe
alimlerinden biridir.
İbn-i Sina: Özellikle tıp alanındaki çalışmaları
ile ün kazanmıştır. Biyoloji, fizik ve felsefe ile
ilgili de çalışmaları vardır.
El-Birunî : Astronomi, tarih, coğrafya ve
matematik alanında çalışmaları olan dönemin
en önemli bilim adamlarından biridir.
B. TÜRK KÜLTÜR TARİHİNDE YAZI, DİL VE
EDEBİYAT
Alfabe:
Tarih boyunca Türkler “Göktürk”, “Uygur”,
“Arap”, “Latin” ve “Kiril” alfabelerini
kullanmışlardır. Türklerin kullandığı ilk alfabe
Türk yaşam biçiminin ve kültürünün etkisi ile
oluşturulmuş olan Göktürk alfabesidir. Kiril
harfleri ise, Türkiye Cumhuriyeti dışındaki
Türk boyları tarafından kullanılmıştır.
Orhun
ve
Yenisey
Anıtları
ve
Yazıları:
Göktürkler
döneminde, Göktürk alfabesi kullanılarak
Orhun-Yenisey Yazıtları veya Orhun Abideleri
olarak adlandırılan Türkçenin ilk yazılı
örnekleri verilmiştir. Türkçenin günümüze
ulaşan ilk yazılı örnekleri olan Orhun
Abidelerinin dil tarihi bakımından önemi çok
büyüktür. Ayrıca, taşlara yazılan metinlerin
içeriği Türk devlet yönetimi ve Türk kültürü ile
ilgili de önemli bilgiler içermektedir. Bu
yazıtlar içerisinde hem içerik bakımından
hem de hacim bakımından en önemlileri “Kül
Tigin”, “Bilge Kağan” ve “Tonyukuk”
Yazıtlarıdır.
Sözlü Edebiyat:
İslamiyet öncesi Türk kültüründe, sözlü
edebiyat ürünlerinin önemli bir yeri vardır. Bu
dönemde sözlü kültür ürünlerinden “Sav”,
“Sagu” ve “Koşuk”lar dikkati çekmektedir.
Atasözü karşılığı olarak kullanılan “Savlar”ın
ilk örneklerine Orhun Abidelerinde, Divanü
Lügati’t-Türk’te ve Kutadgu Bilig’te
rastlanmaktadır.
“Sagu” ve “Yuğ” terimleri ölü gömme
törenlerinde okunan ağıtlar için
kullanılmaktadır. “Koşuk”lar ise, “Şölen” adı
verilen, kutlama ve av törenlerinde okunan
ezgili şiirlerdir.
Bu döneme ait sözlü kültür ürünleri içerisinde
“Oğuz Kağan Destanı”, “Göç” ve “Türeyiş
Efsaneleri” ile “Alper Tunga Destanı”; Türk
destancılık geleneğinin ilk örnekleri ve Türk
kültür hayatına dair veriler içermesi
bakımından önemlidir. Ancak bunların daha
sonraki dönemlerde yazı geçirildiği
hatırlanmalıdır.
İslamî Dönemde Yazılan İlk Eserler:
Türklerin İslamiyet’i kabulü ile birlikte, Türk
dilinde ve kültür hayatında önemli
değişiklikler olmuştur. Türkler, eski kültürel
yaşam biçimlerini İslamiyet’le birleştirmişler,
hatta İslamî dönem Türk edebiyatının ilk
örnekleri olarak kabul edilen “Divanü
Lügati’t-Türk”, “Kutadgu Bilig” ve “Atabetü’l-
Hakayık”ta “Din Türkçesi” olarak adlandırılan
Türkçe bir dinî terminoloji gelişmiştir.
Divanü Lügati’t-Türk:
Kaşgarlı Mahmut
tarafından Araplara
Türkçe öğretmek
amacıyla yazılmış olan
bu eser, bir sözlük
niteliğindedir. Ancak,
klasik bir sözlük olmanın ötesinde; Türk dili,
tarihi, edebiyatı, kültür ve sanatı hakkında
zengin ve önemli bilgiler içermesi bakımından
oldukça önemli bir eserdir.
Kutadgu Bilig: Eser, Yusuf Has Hacib
tarafından yazılmıştır. Türk devlet anlayışı ve
yönetimi, devlet ve halk ilişkisi ile ilgili
önemli bilgiler içermektedir.
Atabetü’l-Hakayık: Yüknekli Edip Ahmet
tarafından yazılmıştır. İnsanın ahlâki gelişimi
ve iyi insan olmanın özellikleri üzerine
yazılmış bir kitaptır.
Selçuklu Dönemi Türk Edebiyatı:
Selçuklu döneminde önemli edebî şahsiyetler
yetişmiştir.
Yunus Emre: Şiirlerini Türkçe yazan Yunus
Emre, Türk tasavvuf edebiyatının en önemli
isimlerinden biridir.
Hacı Bektaş-ı Velî: Bektaşilik tarikatının
kurucusu olarak kabul edilen Hacı Bektaş-ı
Velî, büyük bir şair ve mutasavvıftır.
Mevlânâ: “Mesnevî” adlı eseri ile Türk
edebiyatının en güzel örneklerinden birini
vermiş olan Mevlânâ, eserlerini Farsça
yazmıştır.
Türk edebiyatı içerisinde sözlü edebiyat
ürünleri önemli bir yer tutmaktadır. Bu
ürünler hakkında bazı genel bilgiler vermek
yerinde olacaktır.
Türk Destanları:
Destan; “Bir millet veya toplumun hayatında
derin bir iz bırakmış olaylardan kaynaklanıp;
çoğunlukla manzum, bazen de manzum-
mensur karışık; birden fazla olayın aktarımına
izin veren genişlikte; usta bir anlatıcı
tarafından veyahut da ustalardan öğrendiğini
aktaran bir çırak tarafından, bir dinleyici
kitlesi önünde bir müzik aleti eşliğinde ya da
bir melodiyle anlatılan; sözlü olarak
anlatılanlarından bazıları yazıya geçirilmiş;
bir milleti veya toplumu sonuçları bakımından
ilgilendiren bir kahramanlık konusuna sahip;
dinlendiğinde veya okunduğunda milli
değerleri, şahsî değerlerin üstünde tutmayı
benimseten sözlü veya yazılı edebi
yaratmadır.”
Türk destanları, Türk boylarında “Ozan”,
“Baskı”, “Bahşı”, “Jırav”, “Akın”, “Olonhohut”,
“Kayçı”, “Sasan”, “Çaçan”, “Destancı”,
“Koşakçi” ve “Âşık” adı verilen destan
anlatıcıları tarafından yaratılan ve aktarılan
ürünlerdir.
“Oğuz Kağan”, “Köroğlu”, “Dede Korkut Kitabı
içindeki anlatmalar”, “Manas” ve “Alpamış”
destanı Türk destancılık geleneğinin en
önemli örnekleridir.
Âşık Edebiyatı:
Türk destancılık geleneğinin temsilcisi olan
“Ozan”lar, yerleşik hayata geçilmesi ve
toplumsal yaşamda meydana gelen
değişmelerin ve İslamiyet’in etkisi ile yerini
“Âşık”lara bırakmış, XVI. yüzyıldan itibaren
cönk ve mecmualar aracılığıyla takip
edebildiğimiz Türk âşıklık geleneği teşekkül
etmiştir. Günümüzde Türkiye, Azerbaycan ve
İran’ın kuzeyinde canlı olarak yaşamaya
devam eden âşıklık geleneği, bağımsız veya
özerk Türk cumhuriyetlerindeki destancılık
geleneği ile bir bütünlük oluşturmaktadır.
Halk Hikâyeleri:
“Âşık” adı verilen şair-anlatıcılar tarafından
saz eşliğinde icra edilen, aşk veya aşk-
kahramanlık konulu manzum ve mensur
karışık anlatmalara halk hikâyesi adı verilir.
Türk Halk Edebiyatında; “Âşık Garip ile
Şahsenem”, “Kerem ile Aslı”, “Tahir ile
Zühre”, “Ferhat ile Şirin”, “Arzu ile Kamber”
vb. gibi halk hikâyeleri vardır.
C. SANAT VE MİMARİ:
İlk Türk kültür ve
medeniyeti, Türklerin
devlet kurduğu
coğrafyanın etkisi ile
“Bozkır Kültürü” ve
“Bozkır Medeniyeti”
olarak
adlandırılmaktadır.
Hayvancılığa dayalı yaşam biçimi, Türk
sanatında hayvan üslubu olarak
adlandırılabilecek bir üslubun baskın olmasını
sağlamıştır. Türk sanatının en tipik özelliği
hayvan motiflerinin çok fazla kullanılmış
olmasıdır.
Türkler “Göçebe” ve “yarı göçebe” bir hayat
tarzı sürdürdüklerinden, yani yazın “Yaylak”
adı verilen yerlerde, kışın ise “Kışlak” olarak
adlandırılan yerlerde yaşadıklarından “Çadır”
yapma ve burada kullanılan eşyaları
süslemeye dayalı bir “süsleme” sanatları
gelişmiştir. Bu durum Türk sanatında
“Kubbe” ve “Yuvarlak Kümbet” anlayışının
ortaya çıkmasını ve bunun geliştirilmesini
sağlamıştır.
İslamiyet öncesi Türk devletlerinde, dinî
inanışların etkisi ile mezarlara dikilen
“balballar” ve “heykeller”, ölen kişinin
mezarına konan eşyalar, günümüzde yapılan
arkeolojik kazılarda gün yüzüne çıkarılmış ve
Türk sanatının erken dönemleri hakkında
önemli bilgilerin elde edilmesini sağlamıştır.
İslamiyet öncesi Türk toplumunda müzik,
“Kam”ların veya “Şaman”ların “Şaman
Davulu” kullanarak oluşturdukları ritmik ezgi
eşliğinde yönettiği dinî törenlerde icra
edilmiştir. Daha sonraları “Ozan”lar, “Kopuz”
adı verilen sazları eşliğinde destanları icra
etmişlerdir.
Özellikle Uygur
döneminde yerleşik
hayata geçilmesiyle
birlikte, sanat
bakımından da
önemli gelişmeler
yaşanmıştır. Türk
boyları arasında
“Kubbeli Türbeler” ve “Köşe Üçgenlerin”
yaratıcıları Uygurlardır. Ayrıca Uygurlar,
minyatür sanatının İslam dünyasına
yayılmasını sağlamışlardır.
Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra
özellikle dinî mimariye büyük önem
vermişlerdir. Karahanlılar döneminde ilk
camiler kerpiçten yapılmış ve alçılarla
kaplanmıştır. Daha sonraki dönemlerde ise
tuğla kullanılarak çeşitli yapılar inşa
edilmiştir. Selçuklular döneminde ise
mimaride önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu
dönemde Türkler; Orta Asya Türk mimarisi ile
İslam mimarisini birleştirerek önemli eserler
vermişlerdir.
İslamiyet’in kabulünden sonra, özellikle de
Selçuklu döneminde Türk mimarisinde de
belirgin bir gelişme göze çarpmaktadır. Bu
dönemde süsleme amacıyla bitki ve hayvan
motiflerinin yanında, yazı ve geometrik
şekiller de kullanılmıştır. İslamiyet’in etkisi
ile insan figürleri kullanılmamıştır.
Selçuklu döneminden günümüze ulaşan cami,
mescit, türbe, külliye, han ve hamamlar,
saray ve köşkler; Türk mimarisinin en güzel
örneklerini oluşturmaktadır. BU mimari
eserlerin büyük bir kısmı Türkiye’de
bulunmaktadır.
Bu dönemde, dinî mimaride cami, türbe,
kümbet, medrese, tekke ve zaviyeler; askerî
mimaride sur, kale ve hisarlar; ticarî
mimaride köprü ve kervansaraylar; sivil
mimaride ise saray, köşk, han ve hamam gibi
eserler inşa edilmiştir. Süsleme sanatlarından
“Minyatür, Çini, Halı ve Kilim” çok gelişmiştir.
Selçuklu dönemindeki
bu gelişme, Osmanlı
döneminde zirveye
ulaşmıştır. Mimar
Sinan gibi bir dahi
tarafından yapılan
mimarî eserler, birer şaheserdir. XVIII.
yüzyılda “Lale Devri”nde, Türk sosyal ve
kültürel hayatında Avrupa etkisi, mimaride de
görülmeye başlanmıştır.
1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte
yaşanan hürriyet ortamında ve milliyetçilik
akımının etkisi ile Türk kültür ve sanatında da
millî bir tarz yaratma çabaları ağırlık
kazanmıştır. Mimar Kemalettin Bey ve Vedat
Beylerin öncülüğünde Türk mimarlığı yeni bir
döneme girmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu yıllarda da
mimaride millî bir tarz yaratma çabaları
devam etmiş, 1927 ve sonrasında ise Batılı
mimarların yaptığı eserler, Türk mimarisine
damga vurmuştur. İkinci dünya savaşı
öncesinde yaşanan siyasî gelişmelerin etkisi
ile yeniden bir millî mimarî yaratma çabası
başlamıştır. Türk mimarisinde, 1950’li
yıllardan sonra Batı etkisine dayalı bir mimarî
anlayışı görülmektedir. Mimaride yaşanan bu
gelişme evreleri, Türk sanatının bütünü için
geçerli bir gelişme çizgisidir.
D.TÜRKLERİN KULLANDIKLARI TAKVİMLER:
Türkler ilk olarak “On İki Hayvanlı Türk
Takvimi”ni kullanmışlardır. İslamiyet’in
kabulü ile “Hicrî”, “Celalî” ve “Rumî” takvim
kullanıldıktan sonra, Cumhuriyet döneminden
itibaren “Miladî” takvim kullanılmaya
başlanmıştır..
E. EKONOMİ
İslamiyet öncesi Türk toplumunda, temel
ekonomik faaliyet olarak hayvancılık
görülmektedir. Türkler bu dönemde at ve
koyun yetiştirmektedirler. Yerleşik hayata
geçen Uygurlar ise tarımla uğraşmışlar ve Çin
ile ticaret yapmışlardır.
Türklerin İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte,
yerleşik hayata geçiş de hız kazanmıştır.
Buna bağlı olarak, tarım ve ticaret de
gelişmiştir. Gazneli Mahmut döneminde “İpek
Yolu” ve “Baharat Yolu”nun hâkimiyeti
Türklere geçmiş, böylece ticarî gelirler
artmıştır.
Selçuklular döneminde, I. Mesut zamanında
ilk para, II. Kılıçaraslan zamanında ilk gümüş
para ve I. Alaattin Keykubat zamanında ise ilk
altın para bastırılmıştır.
Gazneliler, tarım faaliyetlerinde ilerlemişler ve
sulama kanallarını kullanarak üretimi
arttırmışlardır.
Büyük Selçuklu Devleti’nin ticarî merkezi
“Horasan”dır. Selçuklular da ticarî
faaliyetlerde başarılı olmuşlar, bu amaçla çok
sayıda çarşı ve kervansaray yaptırmışlardır.
1. Ahîlik Teşkilatı: Bu
teşkilatın, Ahi Baba olarak
da adlandırılan Ahi Evran
tarafından kurulduğu kabul
edilmektedir. Selçukluların
ticarî merkezî olan Horosan
kökenli bir meslek birliğidir.
Selçuklular döneminde,
esnafın ekonomik faaliyetlerini düzenlemek ve
denetlemek amacıyla kurulan Ahîlik teşkilatı,
devletin askerî faaliyetlerine de destek
vermiştir. “Ahi” kelimesinin Arapça, kardeşim
demek olan “Ahi” kelimesinden veya Türkçe
eli açık, cömert, yiğit, delikanlı anlamlarına
gelen “Akı” kelimesinden geldiği kabul
edilmektedir.
Osmanlı döneminde ise temel ekonomik
faaliyetler; tarım, hayvancılık, ticaret ve
çeşitli vergilerden oluşmaktadır. Osmanlı
İmparatorluğunda esnaflar “Lonca” olarak
adlandırılan birlik etrafında toplanmışlardır.
Ayrıca, Bursa’da “İpekçilik”; Kayseri, Manisa
ve Tokat’ta “Dericilik” yapılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda savaş araç
gereçleri de üretilmiştir. İlk büyük Osmanlı
tersanesi Gelibolu’ya Yıldırım Bayezit
tarafından yaptırılmıştır. Daha sonraki
dönemlerde ise İstanbul, Sinop, İzmit gibi
şehirlerde de tersaneler inşa edilmiştir.
İstanbul’un fethinden önce Edirne ve
Bursa’da, fetihten sonra ise İstanbul’da top
dökümhaneleri kurulmuştur. İlk baruthane de
Gelibolu’da kurulmuştur.
OSMANLI İMPARATORLUĞU
TARİH
Osmanlı İmparatorluğu tarihi, belirli
dönemlere ayrılarak incelenmekte ve
değerlendirilmektedir. Bu dönemler; Beylik
Dönemi (1299 ve öncesi), Kuruluş Dönemi
(1299-1453), Yükselme Dönemi (1453-1579),
Duraklama Dönemi (1579-1699), Gerileme
Dönemi (1699-1792) ve Dağılma Dönemi
(1792-1922) olarak adlandırılmaktadır.
Beylik Dönemi: Osmanlı Beyliği, Kayı boyuna
mensup bir beyliktir. Selçuklular döneminde,
Ertuğrul Gazi, Söğüt ve civarına gelerek
yerleşmiştir. Ertuğrul Gazi’nin vefatı üzerine
beyliğin başına Osman Bey geçmiştir.
Kuruluş Dönemi (1299-1453): Osman Bey,
yaptığı fetihlerle, yıkılmak üzere olan Anadolu
Selçuklu Devleti’nin varisi konumuma
yükselmiştir. Bilecik, Yarhisar ve İnegöl’ün
fethinden sonra Osmanlı Devleti’nin
kurulduğu kabul edilmekte ve tarih
araştırmalarında kuruluş tarihi olarak, 1299
yılı kabul edilmektedir.
Osman Bey’den sonra başa geçen Orhan Bey
zamanında fetihler hız kazanmış, Bursa ve
İznik fethedilmiştir. Orhan Bey, para
bastırarak, bağımsızlığını ilan etmiş ve
Osmanlı Beyliği, Osmanlı Devleti hâline
gelmiştir.
Kuruluş Dönemi’nde Osmanlı ilerlemesi
Balkanlara doğru yayılmıştır. Edirne
fethedilmiş, Balkanlar’da Bulgaristan,
Yunanistan ve Sırbistan ele geçirilmiştir. Aynı
zamanda Anadolu’da da Selçuklu sonrası
kurulan Beylikler, Osmanlı Devleti’nin
hâkimiyeti altına girmeye başlamıştır.
Kuruluş Dönemi’nde sırasıyla Osman Bey,
Orhan Bey, I. Murad, Yıldırım Beyazid,
I.Mehmed ve II. Murat Osmanlı Devleti’nin
başına geçmiştir. Kuruluş Dönemi,
İstanbul’un fethiyle sona ermektedir.
Yükselme Dönemi (1453-1579): Doğuda ve
Batıda önemli topraklar fethedildikten ve
Devletin sınırları genişledikten sonra Fatih
Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un
fethedilmesiyle “İmparatorluk” haline gelen
Osmanlı Devleti’nin bu tarihten itibaren
yükselme dönemine girdiği kabul
edilmektedir. II. Murad’tan sonra tahta geçen
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u 1453 yılında
fethetmiş ve İstanbul, imparatorluğun yeni
başkenti ilan edilmiştir.
Yükselme döneminde sırasıyla Fatih Sultan
Mehmet, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim,
Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim tahta
geçmiştir. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman
döneminde (1520-1566) İmparatorluk, en
şaşaalı dönemini yaşamıştır.
Duraklama Dönemi (1579-1699): Osmanlı
İmparatorluğu’nun duraklama dönemi, Sokulu
Mehmet Paşa’nın vefat etmesiyle başlamıştır.
Sokulu Mehmet Paşa; Kanuni Sultan
Süleyman, II. Selim ve III. Murad
dönemlerinde sadrazamlık yapmıştır. Sokulu
Mehmet Paşa, 14 yıl boyunca yaptığı
Sadrazamlık döneminde, devletin siyasî ve
askerî başarısı için çalışmış önemli bir devlet
adamıdır ve onun vefat etmesi, Osmanlı
İmparatorluğu’nun duraklama dönemine
girmesinin başlangıcı olarak kabul
edilmektedir.
Deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ve
merkezî yönetimin zayıflaması ile birlikte iç
isyanlar çıkmış, özellikle Yeniçerilerin
otoriteye karşı başkaldırması ile huzursuzluk
iyice artmıştır. Tımar sisteminin bozulması
ve İran ve Avusturya seferlerinin getirdiği
ekonomik sıkıntılar da duraklamada önemli
rol oynamıştır.
Duraklama döneminde sırasıyla III. Murad, III.
Mehmet, I. Ahmet, I. Mustafa, II. Osman, IV.
Murad, I. İbrahim, IV. Mehmet, II. Süleyman,
II. Ahmet ve II. Mustafa tahta geçmiştir.
Gerileme Dönemi (1699-1792): Osmanlı
İmparatorluğu tarihinde 1699’da imzalanan
Karlofça Antlaşması ile 1792’de imzalanan
Yaş Antlaşması arasındaki dönem gerileme
dönemi olarak kabul edilmektedir. Karlofça
Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun
Batı’da büyük miktarda toprak kaybettiği ilk
antlaşmadır. Bu tarihten sonra
imparatorluğun temel politikası kaybettiği
toprakların geri alınması üzerine kurulmuştur.
Gerileme döneminde sırasıyla, II. Mustafa, III.
Ahmet, I. Mahmut, III. Osman, III. Mustafa, I.
Abdülhamit ve III. Selim tahta geçmiştir.
Dağılma Dönemi (1792-1922): Osmanlı
İmparatorluğu’nun çöküş ve dağılma
dönemine girdiği döneme dağılma dönemi adı
verilmektedir. Bu dönem, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Kırım’ı geri almak
amacıyla 1787’de Rusya’ya savaş açması,
Avusturya’nın da savaşa dâhil olmasıyla
Osmanlı İmparatorluğu’nun aleyhine gelişen
olayların 1792’de Yaş Antlaşması’nın
imzalanması ile başlatılmaktadır.
Dağılma döneminde sırasıyla III. Selim, IV.
Mustafa, II. Mahmut, I. Abdülmecit, I.
Abdülaziz, V. Murat, II. Abdülhamit, Sultan
Mehmet Reşat ve Sultan Mehmet Vehdettin
tahta geçmiştir.
1922 yılında saltanatın kaldırılması ile birlikte
Osmanlı dönemi de sona ermiştir.
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA DEVLET
YÖNETİMİ:
Sultan/Padişah: Osmanlı İmparatorluğunda,
devlet yöneticileri ilk zamanlarda “Bey”
unvanını, daha sonra “Sultan” unvanını ve
1517 tarihinden itibaren de “Halife” ve
“Padişah” unvanını kullanmışlardır.
Divan/ Divan-ı Humayun: Devlet işleri
“Divan-ı Hümayun” olarak adlandırılan
Divanda görüşülmüştür.
Divan-ı Hümayun üyeleri ve görevleri şu
şekildedir:
Vezir-Azam (Sadrazam): Padişahtan sonraki
en yetkili devlet adamıdır ve padişahın
mührünü taşır.
Vezir: Sadrazamdan sonraki en yetkili kişi
Vezir’dir ve Sadrazam tarafından verilen
görevleri yapar.
Kazasker: Osmanlı İmparatorluğu’ndan
“Adalet” ile ilgili işler “Kazasker”ler
tarafından görülürdü. Anadolu ve Rumeli
Kazaskeri olmak üzere iki ayrı Kazasker
bulunurdu.
Defterdar: “Maliye” ile ilgili işler “Defterdar”
tarafından görülür. Anadolu ve Rumeli
Defterdarı olmak üzere iki Defterdar
bulunurdu.
Nişancı: “Tapu” ve “Kadastro” işleri ile
fethedilen yerlerin kayıt işlemlerini “Nişancı”
adı verilen görevliler yerine getirirdi.
Şeyhülislam: Devlet kararlarının İslam’a
uygun olup, olmadığını denetleyen ve bu
konuda karar veren kişi “Şeyhülislam” olarak
adlandırılmıştır.
Kaptan-ı Derya: Donanma ve denizcilikle ilgili
işlerden sorumlu kişidir.
Divan-ı Hümayun, II. Mahmut döneminde
kaldırılmış ve yerine “Nazırlık (Bakanlık)”lar
kurulmuştur.
İdari Bölünme: Osmanlı yönetim sisteminde,
devlet toprakları “Vilayet”, “Sancak”, “Kaza”,
“Nahiye” ve “Karye” olarak adlandırılan idarî
birimlere ayrılmıştır.
DİL VE EDEBİYAT
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arap
alfabesi kullanılmıştır. Selçuklu döneminden
kalma edebî miras, Osmanlı döneminde daha
da gelişmiştir. Özellikle yazılı edebiyat
alanında çok ciddi bir edebî ve kültürel ortam
oluşmuştur. Şair ve yazarlar saraylılar
tarafından korunmuş ve kollanmıştır. Özellikle
bazı Osmanlı padişahlarının da şair olması
bu edebî ortamın daha da gelişmesini
sağlamıştır.
“Klasik Türk Edebiyatı” veya “Divan
Edebiyatı” olarak adlandırılan bu edebiyat,
Türk edebiyatının en önemli safhalarından
birini oluşturmaktadır.
Divan Edebiyatı’nın dili Türkçe olmakla
birlikte, bu dönem Türkçesinde Arapça ve
Farsça terkip, tamlama veya kelimelerin,
dönemlere göre değişmekle birlikte, yoğunluk
kazandığı görülmektedir.
13. yüzyılda Hoca Dehhanî ile başlatılan
Divan Edebiyatı, 16. yüzyılda Fuzulî ve Bakî
gibi önemli isimlerin yetişmesiyle zirve
dönemini yaşamıştır. Divan şiirinde “Aruz”
ölçüsü kullanılmıştır.
Bu dönemde Divan Edebiyatı’nın yanı sıra,
Halk Edebiyatı da çok büyük bir gelişme
göstermiştir. Âşıkların, zaman zaman saray
çevrelerinde göründüğü ve sanatlarını
kırsaldaki yerleşim birimlerinde olduğu kadar,
başta payitaht İstanbul olmak üzere, Bursa
gibi dönemin ticari ve kültürel bakımlardan
gelişmiş şehirlerinde icra ettikleri de
bilinmektedir.
SANAT VE MİMARİ:
Osmanlı
İmparatorluğu’nda bilim
ve sanata özel bir önem
verilmiştir. Bilim adamları
desteklenmiş ve böylece
çağın en ileri askerî gücü
Osmanlı İmparatorluğu elinde bulunmuştur.
Fethedilen topraklar, her anlamda mamur
edilmiştir. Buralara cami, han, hamam ve
medreseler gibi dini, kültürel, bilimsel ve
sosyal işlevleri olan kurumlar inşa edilmiş ve
böylece askerî olarak fethedilen topraklar,
kültürel anlamda da Türk kılınmıştır.
Osmanlı sanatı, başlangıçta Selçuklu
mimarisinin genel özelliklerini taşımaktadır.
Ancak zamanla ve özellikle de XV. yüzyıldan
sonra, klasik Osmanlı eserleri ortaya
çıkmıştır. Bu dönemde Türk kültürünün
kendine has üslubu İslam kültürü ile
birleştirilmiş ve özgün eserler meydana
getirilmiştir. Bu dönemde özellikle Mimar
Sinan ve öğrencileri tarafından yapılan
eserlerin çoğu günümüzde de ayakta
durmaktadır.
Osmanlı kültür ve
sanat hayatında 1839
Tanzimat Fermanı,
1856 Islahat Fermanı
ve 1908 İkinci Meşrutiyet ilanı gibi
dönemlerin önemli etkisi vardır. Tanzimat
döneminde, Osmanlı kültür ve sanat
hayatında Batı etkisi ve tesiri görülmeye
başlanmış, Islahat Fermanı ile birlikte bu etki
daha da baskın şekilde hissedilmeye
başlanmıştır. Tanzimat edebiyatı olarak
adlandırılan dönemde, edebiyatta ve sanatta
yeni kavramlar ve yeni yaklaşımlar etkisini
göstermeye başlamıştır. 1908’de İkinci
Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte, Türkçülük ve
Türk milliyetçiliği ekseninde yapılan
tartışmalar, kültürel anlamda yeni bir döneme
girilmesini sağlamış ve ileride kurulacak milli
devletin kurulmasına zemin hazırladığı gibi,
yeni devletin ilk yıllarındaki sanat anlayışının
da belirleyicisi olmuştur.
EKONOMİ
Osmanlı İmparatorluğu, daha beylik
döneminde iken sistemli bir ekonomik
teşkilata sahiptir. İlk maliye teşkilatının I.
Murat döneminde kurulduğu ve sistemli bir
şekilde geliştiği kabul edilmektedir.
Osmanlı maliyesinin başında “Defterdar”
olarak adlandırılan kişi bulunurdu.
Toprakların genişlemesi üzerine “Defterdar”
sayısı ikiye çıkarılmıştır.
Osmanlı hazinesi “Miri Hazine” ve “Enderun
Hazinesi” olmak üzere iki kısımdan
oluşmaktadır. “Miri Hazine” devletin dış
hazinesi olup, genel olarak yapılan masrafları,
gelir ve giderleri kapsamaktadır. “Enderun
Hazinesi” ise padişahın kendi hazinesidir ve
iç hazine olarak da kabul edilmektedir.
Osmanlı ekonomik sisteminde, vergilerin
önemli bir yeri vardır. Ayrıca, tarım ve
hayvancılık da ekonomik faaliyetlerin önemli
bir kısmını oluşturmaktadır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Osmanlı
İmparatorluğu’nun
ekonomik ve
askerî
anlamda
yaşadığı
çöküş, I.
Dünya
Savaşı’nın ardından imparatorluk
topraklarının işgal edilmesine neden olmuş,
23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet
Meclisi kurulmuş, Mustafa Kemal Atatürk
önderliğinde Türk milleti tarafından verilen
milli mücadelenin ardından TBMM’de 29
Ekim 1923 tarihinde “Türkiye Cumhuriyeti”
kuruluşu ilan edilmiştir.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, Türk kültür ve
sanat hayatında da önemli değişimler
yaşanmıştır. Yeni devlet, millî kültür üzerine
inşa edildiğinden, Türk dili, edebiyatı ve tarihi
ile ilgili çalışmalar bu dönemde hız
kazanmıştır. Yeni devletin temelleri, her
şeyden önce Türk kültürüne dayanmaktadır.
Kültürel anlamda yaşanan bu yenilik, devlet
yönetimi ve sisteminde de görülmektedir.
Cumhuriyet’in ilan edilmesi, Halifeliğin ve
Saltanat’ın kaldırılması, Latin harflerinin
kabulü gibi yenilikler, çağdaş Türkiye
Cumhuriyeti devletinin ortaya çıkmasını
sağlamıştır.
Mustafa Kemal
Atatürk’ün “Türkiye
Cumhuriyeti’nin temeli
dildir, kültürdür.”
sözleri ile
özetlenebilecek olan
Türk kültürü temeline
dayalı millî devlet
anlayışı, Kurtuluş
Savaşı sonrasında yapılan çalışmalarda da
kendini göstermektedir.
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Ziya
Gökalp ve Fuat Köprülü tarafından “Halk
Bilimi”ni tanıtmak amacıyla kaleme alınan
yazılar ve sonrasında yapılan alan
araştırmaları ile elde edilen veriler, Türk
kültürü ile ilgili bilimsel çalışmaların hız
kazanmasını sağlamıştır. Bu dönemde
kültürel çalışmalar “Türk Yurdu”, “Türk
Ocağı” ve “Türk Derneği” gibi dernekler
tarafından yürütülmüştür.
1 Kasım 1927’de kurulan “Anadolu Halk
Bilgisi Derneği”, bir süre sonra adını “Türk
Halk Bilgisi Derneği” olarak değiştirmiştir ve
bu dernek, Türk kültürü ile ilgili çalışmalar
yapan ilk bağımsız bilimsel organizasyon
olarak tarihe geçmiştir. Derneğin ilk yayın
organı olan “Halk Bilgisi Mecmuası” ve daha
sonra çıkardığı “Halk Bilgisi Haberleri”ndeki
yazılar, bu dönem halk bilimi çalışmalarının
akademik ve bilimsel zemine oturtulması
bakımından önemlidir.
1931 yılında Türk Ocaklarının kapanmasıyla
birlikte, 1932’de Halkevleri kurulur.
Halkevleri, çıkardığı dergiler ve yaptığı
araştırma ve eğitim faaliyetleriyle Türk kültür
ve sanatının gelişmesine katkı sağlamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk döneminde, çağdaş
Türkiye Cumhuriyeti’nin “millî mimari, millî
sanat ve millî kültür” temeline dayalı bir
devlet olması için çalışmalar yapılmıştır ve
Atatürk bu dönemde dil, tarih ve kültür
araştırmalarına büyük önem vermiştir.
1931’de “Türk Tarih Kurumu”, 1932’de de
“Türk Dili Tetkik Cemiyeti” Türk tarihi ve dili
alanında çalışmalar yapmak üzere
kurulmuştur.
1939’da Ankara Üniversitesi, DTCF’de Pertev
Naili Boratav ve 1960’lı yıllarda Mehmet
Kaplan tarafından Atatürk Üniversitesinde
yürütülen çalışmalar, Türkiye’de halk kültürü
ile ilgili çalışmaların bilimsel ve akademik bir
zeminde yürütülmesini sağlamıştır.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol