Türk Kütüphanesi

Turk Boylari

Türklerin ilk göçler bazen kesintiye uğrasa da
yüzlerce yıl devam etti. İÖ 1700'lü yıllarda
Sayan Dağları'nın güney batısından Altay ve
Tanrı Dağları'na doğru bir göç oldu. Kuzey
Çin ve bugünkü Moğolistan 'daki Türklerin
varlığı ise daha gerilere, Neolitik Çağ'a kadar
gider. Yakutlar Sibirya'nın doğusuna yöneldi,
Çuvaşlar da Ural Dağları'nın güneyine doğru
çekildi. Bir başka Türk grubu İÖ 1000-800
yıllarında Çin 'in kuzeyindeki Ordos ve Kansu
bozkırlarına yerleşti. Bunlardan ayrılan bir
grup Baykal Gölü civarına göç etti. İÖ 1000'li
yıllarda Altaylar ve Sayan bölgesini terk eden
bir başka grup bugünkü Kazakistan
bozkırlarına girip Maveraünnehir ve Kuzey
Hindistan'a ulaştı.
Oğuzlar
Çin'de
Sarı Nehir önünden başlayıp Manş kıyılarına
uzanan Hun hareketi gibi Oğuzlarınki de en
büyük ve sonuçları itibarıyle en önemli göç
hareketlerinin başında gelir. Oğuzların 8.
yüzyılda başlayan ve üçyüzyıl süren yürüyüşü
önce Orhun bölgesinden Seyhun Nehri
kenarlarına ve sonra Maveraünnehir
üzerinden İran'a ve Anadolu'ya ulaştı.
Ogurlar
Oğuzların bir kolu olan Ogurlar, 5. yüzyılda
Güneybatı
Sibirya'dan Güney Rusya'ya göç etti. Uzlar
ise 9. yüzyılda Hazar'ın kuzeyinden Doğu
Avrupa ve Balkanlar'a yöneldi.
Hunlar
Hunların bir bölümü batıya, Aral Gölü
havzasına, bir bölümü de Hazar'ın kuzeyine
göç etti. Asya'nın kuzeyindeki Hun
bölgelerinin 150'li yıllarda Sien-piler
tarafından işgali üzerine Güney Kazakistan ve
Başkırt bölgesine doğru yeni bir Hun göçü
gerçekleşti.
Akhunlar
Altay bölgesinden ayrılan Akhunlar(Eftalit) 5.
yüzyıldan itibaren Maveraünnehir, Afganistan
ve Kuzey Hindistan'a yerleşti.
Avrupa Hunları
Hazar'ın kuzeyinde bulunan Batı Hunların
350'yi izleyen yıllarda Orta Avrupa'ya doğru
ilerlerken, bunlardan ayrılan bir grup da
Kafkasyadan Anadolu'ya ve oradan da
Kudis'e inip geri döndü.
Avarlar
Göktürklerin baskısı ile batıya yönelen
Avarlar, diğer Türk boylarıyla da kaynaşarak
Azak kıyılarından geçti ve Aşağı Tuna'ya
kadar ilerledi.
Bulgarlar
Kafkasya'nın kuzeyinde bulunan Ogur
Bulgarlarından Otuz-Ogurlar, Büyük Bulgar
Devleti'nin yıkılmasından sonra kuzeye göçtü.
On-Ogur Bulgarları ise Kafkasya'da kaldı. Bir
başka Bulgar kolu da Balkanlara geçerek
buraya yerleşti.
Macarlar
Macarlar, bazı Türk boylarıyla birlikte Orta
Avrupa'ya göç etti. Macaristan'a
verilen'Hungary' isminin, onları
teşkilatlandıran On-Ogurlardan geldiği
söylenir.
Uygurlar
Orhun-Selenga boylarında oturan Uygur
oymakları, 8 . yüzyılın ortalarında Göktürk
İmparatorluğu'nun yerini alarak iç Asya'ya
doğru yayılmaya başladı. İmparatorluk 840
yılında yıkılınca Tarım'ın kuzeyindeki
vahalara dağıldılar. Sarı Uygur adıyla tanınan
bir başka Uygur topluluğu ise Çin'in içlerinde
Batı Kansu'ya yerleşti.
Peçenekler ve Kıpçaklar
Peçenekler, Hazarların ve Oğuzların
baskısıyla Azak Denizi'nin kuzeyine çekildi.
Tuna'yı 1036'da aşıp İstanbul önlerine kadar
ilerlediler. Bir başka Türk boyu Kıpçaklar ise
Oğuzları da önüne katarak 11. yüzyıln
ortalarında Avrupa'ya doğru göç etmeye
başladı.
Önemli Türk boyları
Kırgızlar
En eski
Türk kavimlerinden biri olan Kırgızlar, ilk
başta Yenisey Irmağı çevresinde yaşıyorlardı.
M. S. 1. yüzyılda Asya Hun Devleti 'ne
bağlandılar ve Tanrı Dağları yönünde
yerleştiler.
Asya Hun devleti'nin yıkılışı üzerine IV.
yüzyılda güçlü bir devlet kurdular. Göktürk
Devleti kurulunca da ona bağlandılar. Göktürk
Devleti'nin yıkılmasından sonra bir süre
bağımsız yaşayan Kırgızlar, Uygur Devleti
kurulunca bu yeni siyasi teşkilatın içine
girdiler. Daha sonra tekrar bağımsızlıklarını
ilan ettiler ve Uygur Devleti'ni yıktılar. Bu
yeni Kırgız Devleti 80 yıl bağımsız yaşadı.
Daha sonra beliren Hitaylar, Kırgızları
kuzeydeki eski yurtlarına sürdüler. Kırgızlar
daha sonra Karahanlılar Devleti'ne
bağlandılar, ancak yarı bağımsız hayatlarını
da sürdürdüler.
XIII. yüzyılda beliren Moğol Devleti bütün
Asya'nın kaderini değiştirdi. Pek çok devlet
bağımsızlığını yitirdi. Kırgızlar da uzun bir
süre siyasi varlıklarını kaybettiler.
Sibirler
Çok hareketli Türk kavimlerinden biri olan
Sibirler , Balkaş Gölünün güneyinde
yaşıyorlardı. V. yüzyıl ortalarında Ural
Dağlarının güney doğusuna geldiler ve burada
yaşayan başka bazı Türk kavimlarinin göç
etmesine neden oldular. VI. yüzyılın
başlarında Kafkas Dağlarının güneyine
yerleştiler ve oradan da Anadolu'nun bazı
bölgelerine çıktılar.
Başka bir Türk devleti olan Avarlarla rekabet
edemeyince VI. yüzyıl ortalarından itibaren
güçlerini yitirdiler ve bir süre sonra Sasani
Devleti'ne bağlandılar.
Akhunlar
Bir başka adı
Eftalitler olan Akhunlar, büyük Hun kavminin
bir parçasıdırlar. IV. yüzyıl ortalarında, bazı
Hun boylarının, yaşadıkları Altay bölgesinden
ayrılarak güney batıya doğru ilerlemesiyle
Akhunlar, tarih sahnesine çıkmış oldu.
Önlerine kattıkları diğer kavimleri batıya
doğru süren Akhunlar, bugünkü Afganistan'a
yerleştiler. Bir yandan da Hazar Denizi'nin
doğu sahillerine ilerleyerek İran'la komşu
oldular. Böylece büyük bir Türk devleti daha
kurulmuş oldu.
Orta Asya 'nın batısında egemenlik kurmak
için, İran'da yaşayan güçlü Sasanilerle büyük
bir rekabetin içine girdiler. V. yüzyılın
ortalarında bu rekabet, Akhunların kesin
zaferi ile bitti. Öte yandan Hindistan'ın kuzey
batısı da Akhunların egemenliğine girmişti.
VI. yüzyılın ilk yarısında bu baskılardan
bunalan İranlılar, Akhunluların Orta Asya'daki
egemenliğinden rahatsızlık duymaya başlayan
Göktürk Devleti ile güç birliği yaptılar. VI.
yüzyılın ikinci yarısının hemen başlarında, bu
iki büyük ordunun arasında kalan Akhunlular
yenilerek dağıldılar. Ardından bir kısım
Akhunlar Hindistan'a yerleşirken, bir kısmı da
Göktürk İmparatorluğu içinde yaşamlarını
sürdürdüler.
Akhun Devleti, Hunların siyasi bir varlık
olarak ortaya çıktıkları son devlet olması
açısından da önemlidir.
Avarlar
Asya Hun İmparatorluğu'nun çöküşünden
sonra Anayurdumuzda To-pa ve Avar (Cu-
Cen)kavimleri bu siyasi boşluğu
doldurmuşlardı. Her iki kavim de Türk'tü.
546-552 yılları arasında süren Göktürk - Avar
mücadeleleri, Göktürk Devleti'nin kurulması,
Avarların dağılması ile son bulmuştu.
Bazı Sibir boylarını, yine onlar gibi Türk olan
Onogurları ve hatta bazı Slav ve Macar
topluluklarını da yanlarına alarak, on yıl
süren bir göçten sonra Tuna Irmağının
bugünkü Macaristan'dan geçen yörelerine
yerleştiler. Böylece Bizans'la komşu oldular.
VI. yüzyılın sonlarında Avar Devleti bütün
Orta Avrupa'ya egemen olmuştu. Aynı
tarihlerde ünlü Avar Kağanı Bayan Han,
Balkanlara inip İstanbul önlerine kadar
gelmişti. Bir yandan da İtalya'nın kuzeyine
kadar etkilerini yayan Avarlar, bünyelerine
Slavları, Batı Hunlarını ve başka bazı
kavimleri de alarak büyük bir imparatorluk
meydana getirdiler.
VII. yüzyılın başlarında dünyanın en büyük
güçlerinden biri olan bu imparatorluk,
Sasanilerle işbirliği yaparak, ortak düşmanları
olan Bizans'a karşı çarpıştı. Hatta her iki
devletin orduları 626 yılında İstanbul'u
kuşattılar. Bizanslılar, şehri bu saldırıdan
büyük zorluklarla kurtardılar.
Avarlar, bünyelerinde barındırdıkları ilkel
kavimlere kendi kültürlerini de aşıladılar.
Özellikle Slavlar toplum ve ordu düzenini
Avarlardan öğrendiler. Giderek güçlenen
Slavlar, artık yavaş yavaş Avar Devleti'ni
sarsmaya başlamıştı. Öte yandan Batı
Avrupa'daki Büyük Karl'ın (Şarlman)
imparatorluğu ile de rekabete giren Avarlar,
güçlerini yitirmeye başladılar. IX. yüzyılın
başlarında da, özellikle Slavların etkisiyle
Avar Devleti ortadan kalkmış oldu.
Son Avar kağanlarından Tudun Han
Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kaldı.
Avarlar Avrupa'nın çeşitli bölgelerine
dağıldılar, güçlü topluluklar olarak burada
yaşamlarını sürdürdüler ve sonunda
oralardaki halklarla kaynaştılar.
Hazarlar
Hazar Türkleri, Göktürk Devleti'nin en batı
ucunda yaşıyorlardı. Hazarlar yavaş yavaş
batıya doğru ilerleyip Hazar Denizi'nin tam
kuzeyindeki geniş bölgede, VII. yüzyıl
başlarında devletlerini kurdular.
Hazarlar eski Türk dinlerini bir süre sonra
bırakarak Museviliği kabul ettiler. Yahudiler
bir yana, kitle halinde, Musevi olan bir başka
kavim Hazarlar dışında mevcut değildir. Ama
bir süre sonra Hazarlar arasında Hıristiyanlık
da yayılmaya başladı. Devletin sonlarına
doğru artık Müslümanlık da Hazarlar içinde
yeşermeye başlamıştı. Bu çok dinlilik,
oldukça hoşgörülü olan Hazar Türklerini hiç
etkilememişti. Öyleki; Devletin yedi tane
yargıcı vardı. İkisi Musevilerin, ikisi
Hıristiyanların, ikisi Müslümanların ve kalan
biride diğer dinlere mensup olanların
davalarına bakarlardı.
Hazarlar birçok bölgeye medeniyet
götürmüşlerdir. Bugünkü Güney Rusya'yı imar
edenler Hazar Türkleridir. Günümüzdeki
birçok Rus şehri, mesela Kief, Hazarlar
tarafından kurulmuştur.
Tıpkı Avarlar gibi Hazarlar da medeniyet
getirdikleri kavimlerin kurbanı oldular. X.
yüzyılın ikinci yarısında güçlenen Slav
Knezleri (şefleri) Hazar Devleti'ni yavaş
yavaş eritmeye başladılar. Yüzyılın sonunda
Devlet tamamen ortadan kalktı. Hazar
Türkleri de diğer Türk kavimleri ve Slavlar ile
kaynaştılar.
Bulgarlar
Bugün yalnızca Bulgaristan'da yaşayan bir
Slav halkı olarak bilinen Bulgarların aslı, tam
anlamıyla Türk'tür. Bulgar adı dahi Türkçedir
ve' bulamak',' bulgalamak' (yani karışmak)
kelimelerinden türemiştir. Bulgarlar, Hun
boyları ile karışan bir başka Türk boyu
Ogurlar' ın soyundan gelmişlerdir.
Büyük Asya Hun İmparatorluğu içinde
bulunan Ogurlar IV. yüzyılda Hazar Denizi'nin
kıyısına, İdil (Volga) havzasına aktılar. Orada
Batı Hun Devleti'nin çözülmesinden gelen
boylarla birleşerek' Bulgar' Türk kavmini
oluşturdular.
İdil (Volga) Bulgarları VII. yüzyılda tam bir
devlet olarak belirdiler. Ünlü hakanları Kubat
zamanında (ölümü:679) en parlak
dönemlerini yaşadılar. Bu sırada kurulan ve
giderek güçlenen Haar Devleti, Volga
Bulgarlarını hızla kendi bünyesine almaya
başladı. Ancak Hazarların X. yüzyılın ikinci
yarısında güçten düşmeleri üzerine Volga
Bulgarları yeniden toparlandılar ve bu arada
Müslümanlığı kabul edip Ruslara karşı
başarılı mücadeleler verdiler. Volga Bulgar
Devleti'ni Cengiz Han'ın torunlarında olan
Batu ortadan kaldırmıştır.
Bulgarların bir bölümü, V. yüzyıl ortalarında
İdil yöresindeki kardeşlerinden ayrılarak daha
batıya geçmiş ve Tuna Nehri çevresine
yerleşmişti. Esas merkezleri bugünkü Kuzey
Bulgaristan'ı oluşturuyordu. Burada çok güçlü
bir devlet kurdular.
Tuna Bulgarları bir süre Avarlarla birlikte
oldular. Bizans'a karşı birlikte savaştılar.
Avar Devleti ortadan kalkınca Bulgarlar
yeniden güçlendi. Başkentleri bugünkü Şumnu
civarında idi. Tuna Türk Bulgar Devleti IX.
yüzyıl başında Kurum han'ın oğlu Omurtag
Han'ın işbaşına geçmesiyle altın çağını
yaşadı. Kısa zamanda Doğu Avrupa'nın en
güçlü devleti konumuna geldiler. Ama verimli
topraklarına bol miktarda Slav halkın akması
ve gene IX. yüzyıl sonlarına doğru
Ortodoksluğu kabul etmeleri üzerine yavaş
yavaş benliğini yitiren Bulgar Türkleri Bizans-
Slav kültür çevresine girdiler. Bir süre
sonrada devletleri tamamen ortadan kalkmış
oldu.
Türgişler
Göktürk Devleti'nin dayandığı esas kavim
olan Onoklar içinden büyük bir boy grubunun
adı da Türgişler dir (Türkeşler de denir).
Esas yurtları
Balkaş Gölü 'nün güneyindeki İli Irmağı
vadisidir. VII. yüzyılın sonlarında Sulu Han'ın
hükümdar olmasına kadar, Göktürklerin içinde
yaşamış, Göktürk egemenliğini kabul
etmemek için devamlı onlarla mücadele
etmişlerdir. Asıl önemli rolü, VIII. yüzyılın
başlarında Orta Asya'ya girmeye başlayan
Emevi Araplarını durdurmaları olmuştur.
Emeviler , Arap olmayanlara adil
davranmadıkları için Orta Asya'nın batısında
İslamiyeti kabul eden Türkler onlardan
rahatsız oluyorlardı. İşte Sulu Han bu Emevi
ordularını sürekli yenilgiye uğratarak daha
ileri gitmelerine imkan vermemiştir.
Sulu Han'ın ölümünden sonra zayıflayan
Türgişler bir süre sonrada tamamen devlet
olarak varlıklarını yitirdiler. Ama halk çeşitli
Türk topluluklar içinde yaşamlarını
sürdürdüler.
Karluklar
Karluklar Türklerin Oğuz boyları arasında
sayılırdı. Belirmeleri oldukça geçtir.
Karlukların Göktürk Devleti içinde
bulundukları biliniyor. Göktürk Devleti'nin ilk
dönemi sona ererken (VII. yüzyıl ortaları)
Karlukların yaşadığı Güney Altay bölgesi bir
süre Çinlilerin eline geçti. Karluklar, Basmiller
ve Uygurlarla birleşerek Göktürk Devleti'ne
son vermişlerdir.
Karluklar, 756 yılından sonra yavaş yavaş
güçlendiler ve Tokmak ile Talas şehirleri
yöresinde bir devlet kurdular. Bu devlet
Türgişlerin yerine geçmiştir. Başlangıçda
Araplara karşı direnişde bulunmaya
çalıştılarsa da IX. yüzyılın başlarında
İslamiyeti kabul etmeye başladılar.
Bir süre sonra Karlukların tamamı
Müslümanlığı kabul ettiler, Uygurlarla
birleşerek Karahanlılar Devleti'ni kurdular.
Macarlar
Macarlar, Finli kavimlerden birinin bir Türk
kavmi olan Onogurlar la kaynaşmasından
oluşmuştur. İlk yurtları Ural Dağlarının
güneyindeydi. IX. yüzyıl ortalarında Avarlarla
Sibirlerin baskısı üzerine ilk önce Kuzey
Kafkasya'ya göçtüler. Oradan da Karpatlar
bölgesine geçip bugünkü yurtlarını kurdular.
Macarlara göre, onları buralara getiren
şefleri, Atilla'nın torunlarıdır. Böylece Hun-
Macar yakınlığı daha somut bir biçimde
belirmektedir.
Macarlar X. yüzyılda Karpatlarda ve Macar
ovasında Hun ve Avarlardan kalan boylarla
birleşip güçlü bir devlet kurdular. Yüzyılın
sonunda Saksonlara yenildiler ve yavaş yavaş
Hıristiyanlaştılar. Kısa sürede Macarlar,
Katolikliğin Doğu Avrupa'daki koruyucuları
oldular. Macar tarihi bundan sonra Avrupa
tarihine bağlanır.
Peçenekler, Uzlar ve Kumanlar
Peçenekler Göktürk Devleti içinde, batıda Aral
Gölü çevresinde yaşıyorlardı. IX. yüzyılın
ikinci yarısında Tuna boylarına kadar geldiler.
Giderek Romenler ve Bizanslılar arasında
sıkışarak XI. yüzyılda Hıristiyan oldular.
Bulgaristan'daki Peçenekler, Osmanlılar
Balkanları fethedince Müslüman oldular.
Romanya'da yaşayan Peçenekler ise
Hıristiyan olmalarına rağmen Türklük
bilinçlerini kaybetmemişlerdir.
Uzlar ise Oğuzların bir kolu idi. Peçeneklerin
ardından Balkanlara geldiler. Macarlarla
birlikte yaşadılar. XIII. yüzyıla kadar
benliklerini korudularsa da, bir süre sonra
Macarlaşmaktan kurtulamadılar.
Kumanlar (Kıpçaklar) da çok hareketli bir
Türk kavmi olup Doğu Avrupa'da önemli roller
oynamışlar ve Ortaçağ Asya tarihinde
Moğollarla Ruslar arasında kader belirtici bir
gelişim çizmişlerdir.
Oğuzlar
Oğuzlar Türk kavimleri içinde en kalabalık ve
en ünlü olanlarıdır. Oğuzlar Göktürk
Kağanlığının dayandığı en büyük Türk kavmi
olmuştur. Daha sonra Orta Asya'nın batısına
geçen Oğuzların bir bölümü X. yüzyılın
sonlarında dalgalar halinde başta İran olmak
üzere Ön Asya ülkelerine yerleşmişlerdir.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu ve Osmanlı
İmparatorluğu Oğuzlar tarafından
kurulmuştur.
Diğer Türk boları
Avşarlar (Afşarlar)
On birinci yüzyıldan itibaren, mühim roller
oynamak suretiyle, adlarını zamanımıza
kadar yaşatmış Oğuz boyu. Bozokların
Yıldızhanoğulları kolundandırlar.
Büyük Selçuklu Devleti 'nin kuruluşundan
önce, diğer Oğuz boyları ile beraber, Kıpçak
çölünde yaşarlardı. 1135-1136 yıllarında,
reisleri Arslanoğlu Yakub Bey kumandasında
gelerek Huzistan’a yerleştiler. Yakub’dan
sonra Afşarların başına Aydoğdu bin
Küşdoğan geçti. Şumla lakabıyla anılan bu
bey, Büyük Selçuklu Devleti’nin
zayıflamasından faydalanarak, Huzistan’da
Selçuklu hakimiyetine son verdi ise de,
1159’da Irak Selçukluları sultanı Melikşah
gelerek tekrar Huzistan’a hakim oldu. Bu
devrede, Şumla da Melikşah’ın hizmetine
girdi. 1194 yılında, Abbasî halifesi En-Nasır
li-Dinillah, veziri İbn-ül-Kassab
kumandasında Huzistan bölgesine bir ordu
gönderdi. İbn-ül-Kassab, Huzistan’ın başşehri
Tuster’i ve birçok kaleleri zaptettikten sonra,
Şumla’nın ailesini ve çocuklarını toplayıp
Bağdat’a götürdü. Böylece Huzistan’daki,
Avşar Şumla ve oğullarının hakimiyeti sona
erip, ülke, halifenin topraklarına katıldı.
Diğer taraftan Malazgirt Savaşı 'ndan sonra,
Anadolu’ya Türkmenlerle beraber göç eden
Afşarlar, Selçuklu Devleti’nin uç bölgelerine
yerleştirilmişlerdi.
Nitekim, Anadolu ’da yerleşim yerleri arasında
Avşar adı, Kayılardan sonra ikinci sırada
gelmektedir. Bu yer adları, Avşarların,
Türkiye’nin fetih ve iskanında Kayı ve Kınıklar
gibi birinci derecede rol oynadıklarını
göstermektedir. Yine kaynaklara göre,
Karamanoğulları Beyliğini kuran ailenin,
Avşar boyuna mensup olduğu belirtilmektedir.
Osmanlı ve İran tarihinde önemli rol oynayan
Avşarlar, Anadolu’ya on üçüncü yüzyılda göç
edenlerdir. Bu ikinci göç hareketi sırasında
Anadolu’ya gelen Avşarların bir bölümü,
Akkoyunlular'ın İran’ı ele geçirmesi üzerine,
Mansur Bey önderliğinde İran’a giderek
Huzistan’a yerleşti. Anadolu’da kalanlar ise;
daha çok Malatya ve Doğu Anadolu’da
bulunuyorlardı. Bunlardan büyük bir bölümü,
on altıncı yüzyıl başlarında İran’a göçerek
Urmiye’den Herat’a kadar olan geniş bir
bölgede yerleştiler ve Nadir Şah, 1736’da,
bunlardan Afşarlar hanedanını kurdu.
İran Afşarları; Mansur Bey Afşarları, İmanlu
Afşarları, Alplu Afşarları, Usalu Afşarları,
Eberlu Afşarları olmak üzere, başlıca beş
büyük oba idi.
Safevî hükümdarı Birinci Şah İsmail, Afşarları
sınır koruyucusu olarak Horasan’a yerleştirdi.
Safevîler'in zayıfladığı bir dönemde,
Afşarların lideri Nadir; Afşar, Celayir ve diğer
Türkmenleri etrafında topladı ve İkinci
Tahmasp’ın hizmetine girdi. İran
topraklarından Afganları çıkarınca, nüfuzu
arttı. Sonra İkinci Tahmasb’ı tahttan indirerek
yerine Üçüncü Abbas’ı şah yaptı. Kendisini de
saltanat vekilliğine getirdi. 1736’da da kendi
şahlığını ilan etti. 1737’de Hindistan seferine
çıkarak Delhi’ye kadar ilerledi. Bir suikasttan
sonra, idareyi sertleştiren Nadir Şah, Afşar ve
Kaçar Beyleri tarafından öldürüldü. Horasan’ı
yöneten torunu Şahruh’un ölümünden sonra,
İran Afşar yönetimi de sona erdi.
İran Afşarları, günümüzde, Urmiye gölünün
kuzey batısında Hemedan, Kirmanşah,
Nişabur, Kerman’ın güneyinde dağınık halde
yaşamaktadırlar.
Afşarlar, Türk olup, İran’dakiler hariç hepsi
Sünnî ve Hanefîdirler.
Afşarlar, güler yüzlü, iyimser, hayat dolu,
sakin ve terbiyeli insanlardır. Kadınları çok
çalışkandır. Ünlü Afşar kilimleri, bu çalışkan
kadınların el emeğidir.
Günümüzde yerleşik olmalarına rağmen, bir
kısmı, âdetlerini devam ettirmektedirler.
Bugün Kayseri’nin Pınarbaşı kazasının
merkez nahiyesine bağlı bir kısım köyler ile,
aynı kazanın Pazarören nahiyesi köylerinden
pek çoğu, Sarız kazası ve Tomarza’nın Toklar
nahiyesi köylerinin yarısından fazlası,
Avşarlara aittir. Ayrıca Adana’ya bağlı
mağara kazası köylerinden Ayvad ve Ağdaş
alanı köyleri de, Avşarlar tarafından iskân
edildiği gibi, Çukurova’da mevcut bazı Avşar
köylerinden başka Kastamonu, Bolu, Muğla,
Isparta ve Antalya yörelerinde pek çok Avşar
köy adına rastlanır.
Balkarlar
Kuzey Kafkasya'daki Kabartay-Balkar
Özerk Cumhuriyetinde yaşayan Türk
boyu. Taulular (Dağlılar) veya
Malkarlar diye de tanınırlar.
Balkarların menşei hakkında, değişik
görüşler vardır. Bazı araştırmacılar,
Balkar adının Bulgar'dan
kaynaklandığını ileri sürmektedirler.
Ekseri araştırmacılara göre ise uzun
müddet göçebe bir hayat süren ve
Karaçaylılarla birlikte yaşayan
Balkarlar, adlarının, Kırım'dan göç
ettikleri sırada kendilerine önderlik
eden 'Malkar' adında bir beyden
geldiğine inanırlar. Menşelerinin,
Hazar Türkleri'ne dayandığını ileri
sürenler de vardır. Bunlara göre
Balkarlar, 10 ve 11. yüzyıllara kadar
bağımsız yaşamış, daha sonra Ruslar
veya Osetler tarafından Kafkasya'ya
sürülmüşlerdir.
Balkarlar, Altınordu ve Kırım
hanlıklarının hakimiyeti altında
kaldıktan sonra, 15. yüzyıl
sonlarında, Kırım Hanlığıyla birlikte
Osmanlı Devleti'nin hakimiyetine
girdiler. Balkarlar arasında, giderek
İslamiyet yayıldı. Uzun müddet
Osmanlı himayesinde huzur ve güven
içinde yaşayan Balkarlar, 1827
senesinde Rus hakimiyetine girdiler.
1917 Ekim devriminden sonra,
Karaçaylılarla birlikte Kuzey Kafkasya
Bağımsız Cumhuriyeti içinde yer
aldılar. Kızılordu, 1921'de bu devlete
son verince Balkarlar, Kabartay
Bölgesine, Karaçaylar ise Karaçay-
Çerkes Özerk Bölgesine
yerleştirildiler. İkinci Dünya Savaşı
sırasında Balkarlar ve Karaçaylılar
birleşerek Sovyet hükümetine karşı
çete savaşları başlattılar. Savaş
sonrasında, Almanlarla işbirliği
yaptıkları için, Orta Asya'ya ve
Sibirya'ya sürüldüler. Yaşadıkları
bölge olan Balkariye de, Gürcistan
Sovyet Cumhuriyetine katıldı. 1957
senesinde çıkartılan bir kanunla,
Balkarların büyük bir kısmı, Orta
Asya'dan geri getirildiler. Kabartay
Balkar Özerk Cumhuriyetine
yerleştirildiler. Nüfusları 66. 000
civarında olan Balkarlar, Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nin
dağılışından beri, yeni sistem içinde
hayatlarını sürdürmektedirler.
Balkarlar, Malkar til (Malkar dili) ve
Tau til (Dağlı dili) olarak
adlandırdıkları, Kıpçakça kökenli bir
dil konuşurlar. Balkarca'nın, dilbilgisi
bakımından Karaçayca ile ortak
özellikleri vardır. 1926 senesine
kadar İslam harflerini kullanan
Balkarlar, daha sonra Latin alfabesini
ve 1940'ta da Kiril alfabesini
benimsediler. Gelişmiş bir yazılı
edebiyatları olmamasına rağmen,
zengin bir sözlü edebiyatları vardır.
Bayat Boyu (Bayatlar)
Oğuz boylarından biri. Bozokların
Gün-Hanoğulları koluna bağlıdır.
'Devleti ve nimeti bol, devlet ve
nimet sahibi' manâsına gelen Bayat
boyunun ongunu (sembolü), şahin;
şölenlerdeki et payları,'sağkarı
yağrın' (sağ kürek kemiği) kısmıdır.
Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügati't-
Türk 'te Oğuz boylarının dokuzuncusu
olarak, Bayat boyunu göstermiştir.
Oğuzların sağ kolunda bulunan Bayat
boyu, ekseri Oğuz hanlarının çıktığı
dört Bozok boyundan biridir. Diğer
Oğuz boyları gibi Sirüderya (Seyhun)
Nehri kıyılarında ve kuzeydeki
bozkırlarda yaşayan Bayat boyu,
İslamiyet'ten önceki tarihinde, Korkut
Ata (Dede Korkut) ile temsil
edilmiştir. Bayat boyundan Kara
Hoca'nın oğlu Korkut Ata, akıllı,
bilgili ve keramet sahibi bir
insandı.'Ala atlı kiş tonlu' Kayı İnal
Yavku ile ondan sonra gelen
hükümdarlar devrinde çıkan birçok
zor siyasî meseleler, Korkut Ata'nın
dirayeti sayesinde halledilmiştir.
Diğer Oğuz boyları gibi, İslamiyet'i
kabul eden Bayat boyunun bir kısmı,
11. yüzyılda Selçuklu hükümdarları
idaresinde, Horasan ve İran
üzerinden Anadolu ve Suriye'ye
geldiler. Anadolu'ya gelenlerin bir
kısmı, uçlara yerleştiler. Bir kısmı ise
göçebeliği bırakarak, Batı ve Orta
Anadolu'da köyler kurdular. Bu
bölgelerde görülen ve bazısı
günümüze kadar gelmiş olan yer
adları, Bayat boyunun Anadolu'ya
yerleştiği devirlere aittir.
Orta Asya'da kalan, Bayat boyuna
mensup bir kısım oymaklar ise, 13.
yüzyılda Moğol istilasından kaçarak,
Doğu Anadolu, Suriye ve Irak'a
geldiler. 14. yüzyılda Kuzey
Suriye'de, Bozok kolunun Avşar ve
Beydilli boylarıyla birlikte yaşadılar.
Yaz aylarında, yaylak olarak, Anadolu
içlerine göçtüler.
Kuzey Suriye'de bulunan, Avşar ve
Beğdilli boylarıyla birlikte 40.000
çadırdan fazla olan Türkmenlerin
Bozok kolunu meydana getiren
Bayatlar, bazı siyasî hadiselere
katıldılar. Büyük bir ihtimalle
Dulkadiroğulları Beyliğini kurdular.
Maraş ve Elbistan bölgesinin yeniden
iskânına katıldılar. 15. yüzyılın
başlarında, Kara Tatarlardan boşalan
Yozgat ve komşu yörelerde, Bozok
oymakları yurt tuttu. Bunlar arasında,
kalabalık sayıda Bayatlar da vardı. Bu
Bayatlar, kışın Kuzey Suriye'ye
gittikleri için, Şam Bayatı adını
aldılar. Şam Bayatı'nın, bir kısım
Akçalu (Ağçolu) ve Akçakoyunlu
(Ağçakoyunlu) boylarının kollarıyla
birlikte, Kaçar boyunu teşkil ettiler.
15. yüzyılın sonlarına doğru Kuzey
Azerbaycan'daki Gence yöresine
giden Kaçarların bir kısmı, 17.
yüzyılın başlarında İran'ın Esterabad
yöresine göç ettirildi. 18. yüzyılın son
çeyreğinden başlayarak, 1925
senesine kadar İran'ı idare eden
Kaçar Hanedanı, bu Kaçar koluna
mensup olup Şam Bayatı'ndan çıkmış
olması mümkündür.
Bozok'ta (Yozgat ve civarı) kalan
Şam Bayatı kolu ise, çiftçilik yaptığı
arazide köyler kurarak, tamamen
yerleşik hayata geçtiler. Bayatların
önemli bir kolu da, 15. yüzyılın
sonunda Akkoyunlu fethi üzerine,
İran'a göç etti. Bunların bir kısmı
Azerbaycan'da, önemli bir kısmı da
Hemedan'ın güneydoğusundaki
Kezzaz ve Girihrud yöresinde yerleşti.
Akkoyunlu Devleti'nin yıkılmasından
sonra İran'a hakim olan Safevîler'in
hizmetinde, birçok Türkmen
topluluğu gibi, önemli miktarda Bayat
da vardı. Cins atlar yetiştiren ve 10.
000 çadırdan ibaret olan bu
Bayatların beyleri, Şah Abbas
tarafından Azerbaycan'daki
sancaklara tayin edildi. Böylece, bu
yörede yaşayan Bayatlar dağıldı.
Aynı yüzyılda Horasan'da Nişabur
bölgesinde de Bayatlar yaşıyordu.
Ancak, bu Bayatların Türk olmayıp
Moğol asıllı oldukları anlaşıldı.
Onlara, Kara Bayat adı verildi. Asıl
Bayatları bunlardan ayırt etmek için,
Akbayat veya Özbayat denildi.
19. yüzyılın başlarında Akbayatların,
Azerbaycan'da 5000 kişi, Tahran
çevresinde 3000 kişi, Şiraz
taraflarında 3000 kişi olmak üzere üç
kol halinde yaşadıkları tespit edildi.
Karabayatlar ise Nişabur dolaylarında
oturuyorlardı.
Suriye ve Doğu Anadolu'nun Osmanlı
Devleti topraklarına katılmasından
sonra, bir kısım Bayatlar da diğer
Türkmenler gibi geleneksel göçebe
hayatlarını sürdürdüler. Yerleşik
hayata geçenler de, köy hayatı içinde
uzunca bir müddet yaylaya çıkma
geleneğini bırakmadılar. Fakat,
Osmanlı toplum yapısı içinde
kaynaştılar. Boy adlarıyla anılmaz
oldular.
Kanuni Sultan Süleyman devrinde,
Kuzey Suriye'deki ana Bayat kolu,
yirmi obadan meydana gelmişti.
Fakat bu obaların nüfusları fazla
değildi. 16. yüzyılın ikinci yarısında
boyun başında bulunan Bozca adlı
boy beyi ailesi, boy halkından birçok
kimseyi de yanına alarak İran'a gitti.
Bunlar, orada Bozcalı adıyla anıldılar
ve varlıklarını geçen yüzyılın
sonlarına kadar korudular.
Anadolu'da kalan Bayatlar, Pehlivanlı
ve Reyhanlı gibi güçlü obalar olarak
hayatlarını sürdürdüler. 17. yüzyılda
Bayat obalarından çoğu
Pehlivanlıların, geri kalanları da
Reyhanlıların etrafında toplandılar.
Böylece, 18. yüzyılda Pehlivanlılar,
15. 000 çadıra sahip güçlü bir oymak
halinde Bozok'ta oturdular.
Reyhanlılar ise 3000 çadıra
yükselerek, yaz mevsimini Sivas'ın
güneyindeki Yeni İl'de, kışı da Amik
Ovasında geçirdiler. 19. yüzyılda
Pehlivanlıların çoğu, Yozgat-Ankara
arasındaki yörede yerleştiler.
Reyhanlılar ise 1865 senesinde Amik
Ovasında yerleştirildiler. Böylece,
Reyhanlı kasabası meydana geldi.
Bayat boyunun Kuzu Güdenli oymağı,
Kayseri'nin Bucakkışla yöresinde
toprağa bağlandı.
Irak'ın Kerkük bölgesinde yerleşmiş
olan Bayatların, geçen yüzyılın
başlarında, 2000 çadır kadar olduğu
tespit edildi. Bu bayatların, İran
Bayatlarından olması muhtemeldir.
Anadolu'nun Türk yurdu haline
getirilmesinde ve İslamiyet'in
yayılmasında büyük hizmetleri olan
Bayat boyundan, büyük şahsiyetler
yetişti. Oğuz elinin büyük manevî
şahsiyeti Dede Korkut (Korkut Ata),
şair Fuzulî, Cem Sultan adına
Osmanlı Hanedanının eski atalarına
dair Câm-ı Cem-Âyin adlı eseri yazan
Mahmud oğlu Hasan, Bayat
boyundan yetişen ünlü şahsiyetlerdir.
Çavuldur Boyu (Çavuldurlar)
Yirmi dört Oğuz boyundan biri.
Üçokların Gök Han Oğulları koluna
bağlı olup, alâmet olarak sungur/
akdoğan kuşunu kullanırlardı.
“Nâmuslu ve ünü uzaklara yayılmış”
manâsına gelen “Çavuldur” kelimesi
bazı kaynaklarda “Çavundur” şeklinde
geçer. Çavuldur boyu, 10. yüzyılda
diğer Oğuz boylarıyla birlikte
yurtlarından Mangışlak/Siyahkûh
Yarımadasına göç etti. Bir kısım
Çavuldur mensubu, Mangışlak’ta
kalırken, bir kısmı Selçuklular'la
birlikte Anadolu’ya geldi. Bunlardan
Emir Çavuldur, Sultan Alparslan’ın;
Çavuldur Caka da Danişmend
Gâzi'nin Anadolu fetihlerine komutan
olarak iştirak ettiler. Bu akınlarla
gelen Çavuldurlardan Anadolu’ya
gelip yerleşenler de oldu. Kurdukları
köylere, boylarının adlarını verdiler.
Bu isimle Anadolu’da, 16. yüzyılda
on altı, 20. yüzyıl ortalarında on yedi
köyün varlığı tespit edilmiştir.
Mangışlak Yarımadasında kalan
Çavuldur boyu mensupları ise, 16.
yüzyılda Kalmukların baskısıyla
Kafkasya’nın kuzeyine göç ettiler
Çepniler
Çepniler , sayıları 24 olarak belirlenen
Oğuz Boyları'ndan biri ve en
kalabalık olanıdır. Üç - Oklar'ın Gök
Han koluna bağlıdırlar. Bilindiği gibi
Oğuzlar; Türkiye ve Azerbaycan
Türkleri'nin, Türkmenistan, Irak ve
Suriye Türkmenleri ile Gagauzlar'ın
atalarıdır. Cümleden anlaşıldığı üzere
Çepniler Orta Asya kökenlidir.
Kaçarlar
Türkistan, Âzerbaycan, İran ve
Anadolu’da yaşayan Türkmen
kabîlesi ve İran’da (1796-1925)
tarihlerinde iktidar olmuş hanedan.
Kaçar adı, Türkçe kaçmak
kelimesinden türetilmiştir.
Moğollar (1206-1320) devrinden
beri, Hazar Denizi kıyılarında
otururlardı. İlhanlılardan Hülâgu
Hanın (1256-1264), Alamut
Batınîlerine ve Suriye’ye karşı giriştiği
seferlere katılan Kaçarlar; Irak, Suriye
ve Anadolu’ya kadar yayıldılar. İlhanlı
Devleti yıkıldığı zaman, Suriye
hududuna yerleştiler. Timur Han,
Suriye’yi ele geçirince, onları esas
vatanları olan Türkistan’a yolladı. On
altıncı yüzyılın başında kurulan Safevî
Devleti'nin (1502-1732) kurucusu
Şah İsmail’i (1502-1524)
destekleyen Kaçarlar; bu devirde
vezirlik, başkumandanlık,
beylerbeylik dahil, devlet
kademelerinde vazife aldılar.
Safevîlerin yıkılmasıyla, 18. yüzyılda,
Afşarlar (1736-1749) ile mücadele
ettiler. Afşarlı Nâdir Şah'a
(1736-1747) düşmanca davranan
Kaçarlar, Kuzey İran üzerinden
Âzerbaycan’a yayıldılar. Kaçarlı
Mehmed Ağanın Âzerbaycan valiliği
sırasında, İran’daki hakimiyetleri
kuvvetlendi. Zendlere (1749-1796)
karşı 1779’da, Şiraz’da zafer
kazanan Mehmed Ağa, İsfahan
bölgesini alarak, şahlığını ilan etti.
1796’da Zendlerin hakimiyetine son
veren Mehmed Ağa, İran’ı bütünüyle
zaptetti.
Böylece, 1796’da kurulan Kaçar
Devleti, Ruslarla mücadele edip, 19.
yüzyılda Avrupa devletleriyle
diplomatik münasebetler kurdu. Feth
Ali Şah (1797-1834) devrinde, Fransa
ve İngiltere’nin yanına çekilmek
istenen İran’daki Kaçar Devleti, Çarlık
Rusyası'nın Hint Okyanusuna inme
politikasına karşı, ordusunu
kuvvetlendirerek, Avrupa’dan teknik
eleman, silâh ve malzeme getirtti.
Feth Ali Şah, İran-Rus Harbi
(1826-182 sonunda imzalanan
Türkmençay Antlaşması ile, İran ve
Kafkaslar havalisindeki haklarını
Rusya’ya vererek, Hazar Denizindeki
Rus hakimiyetini kabul etti.
Muhammed Şah (1834-184 devrinde,
Kuzey İran’da Acem asıllı Elbab Ali
Muhammed’in talebesi İslâm düşmanı
Bahâullah’ın kurduğu “Bahâîlik”
ortaya çıktı. Bahâîler, Kaçarlı
iktidarını tehdit edip, isyanlar çıkardı.
Nâsireddin Şah (1848-1896),
Bahaîleri kılıçtan geçirdi ise de, bir
fedai tarafından öldürüldü. Doğu’nun
fethedilmesi için Afganistan ve
Herat’taki mücadeleler,
Hindistan’daki Gürgâniyye (Babür)
Devleti'nin (1526-185 İngilizler
tarafından yıkılmasına kadar devam
etti.
Rusya, İngiltere ve Fransa’nın, İran
bölgesindeki rekabeti, Kaçarlar
Devleti üzerinde Avrupa devletlerinin
iktisadî hakimiyetini arttırdı.
Muzaffereddin Şah (1896-1907)
devrinde, liberalizm ve meşrutiyet
verilmesini isteyenlerin hareketleri
karşısında, 1 Ocak 1907’de Meclis-i
Şûrâ-yi Millî açıldı. Muzaffereddin
Şah'tan sonra tahta geçen
Muhammed Ali Şah (1907-1909),
Meşrutiyet Anayasasını ilan etmesine
rağmen, tatbik ettirmemesi üzerine,
Âzerbaycan ve diğer eyaletlerde,
Kaçarlı Hanedanına karşı, silâhlı
mücadeleler ile isyanlar başladı.
Muhammed Ali Şahın, Rus ve İngiliz
kontrolündeki iktidarına ihtilalciler
son verince, yerine oğlu Ahmed Şah
(1909-1925) geçti. Birinci Dünya
Harbinde tarafsız kalan Kaçarlar
Hanedanının ülkesi, Ruslar ve
İngilizler tarafından muharebe alanı
olarak kullanılıp, buradan Osmanlı
Devleti'ne saldırılar tertiplendi. Harp
sonrasında, İran’da mahallî isyanlar
ve ayrılma taraftarı hareketler gelişti.
Bolşevik Rus orduları Kuzey İran’a
girdi. İngilizler, Ahmed Şah'ı 1923’te
Londra’ya götürünce, yerine, saltanat
nâibi ve ordu başkumandanı Ali Rıza
Han vekalet etti. 1924’te İran Millî
Meclisini elde eden Ali Rıza Han,
1925’te kanlı bir darbe yaparak,
Kaçarlar Hanedanına son verip,
Pehlevî hükümetini (1925-1979)
kurdu. Pehlevî hükümeti devrinde,
Kaçarlar Hanedanından ve
kabilesinden birçok devlet adamına
vazife verildi.
Kaçarlar, bugün, Türkistan,
Âzerbaycan ve kalabalık bir şekilde
Esterâbat dahil İran’da yaşamaktadır.
Kayı Boyu (Kayılar)
Oğuzların Bozok kolundan,
Osmanlıların da mensup olduğu bir
boy.
Kayı kelimesi; “muhkem, kuvvet ve
kudret sahibi” demektir. Kayı
boyunun damgası, iki ok ve bir
yaydan ibaretti. Oğuz Han oğlu Gün
Han oğlu Kayı’nın, bu boyun ceddi
olduğu söylenir. Yirmi sene
hükümdarlık yapan Kayı’nın nesli,
uzun yıllar bu makamda kalmıştır. Bu
sebeple Kayı boyu, Oğuz boyları
arasında ilk sırada gösterilmektedir.
Dede Korkut da eserinde, gelecekte
hanlığın geri Kayı'ya döneceğini
bildirerek, Osmanlılar'ı haber
vermiştir.
Kayılar, Selçuklular'la birlikte, fetih
esnasında ve daha sonraları
Anadolu’ya gelip, değişik bölgelerde
yerleştiler. Osmanlı Devletinin
kuruluşunda, esas nüveyi teşkil
ettiler. Osmanlılar zamanında,
Rumeli’nin fetih ve iskânına katıldılar.
Sultan İkinci Murad, soyunun bu
boya mensubiyetini göstermek için,
sikkelerine, Kayı boyuna ait iki ok ve
bir yaydan müteşekkil damgayı
koydurmuştur. Sonraki padişahların
bastırdıkları sikkelerde görülmeyen
Kayı damgasının, Kanunî’ye kadar
çeşitli eşya ve silâhlar üzerine
konulmasına devam edilmiştir.
Kayı boyuna mensup Karakeçili
göçebe oymağı, eski zamanlardan
beri her yıl, Söğüt’teki Ertuğrul Gâzi
Türbesini ziyaret etmekte ve bununla
ilgili şenlikler yapmaktaydı. Sultan
İkinci Abdülhamid Han, bu ziyaret ve
şenliklere resmî bir hüviyet
kazandırdı. Kendi oymağı saydığı
Karakeçili gençlerinden, Ertuğrul
Alayını teşkil ettirdi. Bu oymak
mensuplarını, ziyarete gelen Alman
imparatoruna, “akrabalarım” diyerek
takdim etti.
“Ertuğrul’un ocağında uyandım,
Şehidlerin kanlarıyla boyandım. ”
beytiyle başlayan bir marş
bestelenip, yıllarca dillerde söylenip,
gönüllerde yaşatıldı.
Bugün, Kayı boyu mensupları,
genellikle; Eskişehir, Mihalıççık,
Orhaneli, Isparta, Burdur, Fethiye,
Muğla, Aydın ve Ödemiş civarındaki
köylerde yerleşmişlerdir.
Kınık Boyu (Kınıklar)
Selçuklu Hanedanının mensup olduğu
Oğuz boyu. Yirmi dört Oğuz
boyundan biridir. Üç-ok
boylarındandır.
Kınıklar, Selçuklular'ın kuruluşunda
ve Anadolu’nun fethinde büyük rol
oynadılar. On üçüncü yüzyılda
kalabalık bir kitle hâlinde Suriye’de
bulunan Türkmen grubu arasında,
Kınıklar da bulunuyordu. Diğer
boylarla birlikte Kınıklar da,
Memlûklar'ın yanında yer alarak
Çukurova’nın fethine katıldılar.
Çukurova’da, Ceyhan Irmağından
Gâvur Dağına kadar uzanan bölgede
ve bugünkü Osmaniye kazası ile
Ceyhan kazasının bir kısım
topraklarını içine alan bölgede yurt
tuttular.
On dördüncü yüzyılın son yarısında,
Memlûklarla araları açıldı. 1378’de
üzerlerine gelen Memlûk ordusunu,
diğer Üç-oklu Türkmenlerle beraber
yendiler. Fakat Memlûklar, Üç-ok
boyları arasına tefrika (bölünme)
soktular. 1383’te Kınıklar, Yüreğirlere
saldırdılar. Daha sonra, Kadı
Burhâneddin’in ülkesinde
kargaşalıklar çıkardılar. Bu
hâdiselerden sonra, Kınıkların adı,
siyasî sahnede gözükmez oldu.
Kınıklar, Osmanlı fethinin ilk
yıllarında toprağa bağlandılar. On
dokuzuncu yüzyıla kadar,
Çukurova’da Kınık adını taşıyan bir
kaza vardı. Muhtemelen, bugünkü
Toprakkale, eski Kınık Kalesi
olmalıdır. Kalenin kuzey doğusunda
yer alan kasabada, 1522’de iki
mahalle, 1547’de beş mahalle vardı.
Ayrıca, kazaya yetmiş beş köy ve
mezra bağlı idi. Kınık kasabası ve
köyleri, 17. yüzyılda harap oldu. On
altıncı yüzyılda Halep’te, Ankara’da
ve Aydın’da Kınık boyuna mensup
toplulukların yaşadığı bilinmektedir.
On yedinci yüzyılda, Sivas’ta da bir
Kınık cemaatinin mevcudiyeti
görülmektedir. Bugün Anadolu’da,
Kınık adını taşıyan pek çok köy ve
İzmir’e bağlı Kınık kasabası vardır.
Kıpçaklar (Kumanlar)
Avrupalıların “Kuman” adını verdikleri
kuzey Türkleri.
Kıpçakları, Bizanslılar “Kumanos”,
Macarlar “Kun”, Ruslar “Polovets”,
Almanlar “Falben” adıyla bilirler.
İslamî kaynaklar ise “Kıpçak” (Kıfşak,
Hıfşak) diye zikrederler. Genellikle,
beyaz tenli, sarı saçlı ve mavi
gözlüdürler. Batı Göktürkleri'nin bir
kolu olduğu söylenen Kıpçakların,
Kimek, Yimek, Kanglı ve Oğuz gibi
Türk boyları ile irtibatları vardır.
Karahıtayların baskını ile, Güneybatı
Sibirya’da İrtiş ve Ural nehirleri
arasındaki yurtlarından, 11. yüzyılda
çıkarıldılar. Volga üzerinden batıya
göçtüler. Özi (Dinyeper) Nehrine
kadar Karadeniz’in kuzeyindeki
bozkırlara hakim oldular. Buralar
“Deşt-i Kıpçak” şeklinde kendi
isimleriyle anıldı. Bölgede yaşayan
Bulgar, Alan, Burtas, Ulah, Mordva ve
Hazarlar'ı hakimiyetleri altına aldılar.
Rus sınırında yerleşen Karakalpaklarla
savaştılar. Ruslarla, uzun yıllar
(1061-1220) süren savaşlar yaptılar.
Esir aldıkları Rusları, Kırım’daki
Bizanslı tacirler vasıtasıyla Akdeniz
ülkelerine sattılar. Bilhassa Rus
knezleri arasındaki mücadelelerde
yardıma çağrılmaları sebebiyle,
akınlarını büsbütün arttırdılar. On
ikinci yüzyıl boyunca Ruslarla
savaştılar. Rusların meşhur İgör
Destanı, 1185’te Kıpçaklara karşı
düzenledikleri, fakat yenildikleri
seferi konu almaktadır. Beylikler
hâlinde yaşayan Kıpçaklar, çevreyi bu
şekilde kontrol altında tutmalarına
rağmen, tam bir birlik
sağlayamadılar.
1222 yılında Moğollar, Kafkasları
Derbent geçidinden aşarak Kıpçaklar
üzerine yürüdüler. Ancak Kıpçak
Başbuğları, Rus knezleri ile işbirliği
yapıp, Moğolları Kalka Nehrine kadar
sürdü. 1223’te yapılan Kalka Meydan
Muharebesinde ise Rus knezleri ve
Kıpçaklar müthiş bir bozguna
uğradılar. Birçok Rus köy ve şehri
yakılıp yıkıldı. 1236’da Batu Han,
batı seferine çıktı. Rusları yendikten
sonra İdil ile Özi nehirleri arasındaki
bozkırlarda yaşayan Kıpçakları dağıttı
(1239). Kıpçaklardan bir kısmı,
Özi’nin batısına gidip kitleler hâlinde
Macaristan’a girdiler. Bir kısmı ise,
Orda İdil (Volga) sahasına yani Bulgar
Türklerinin yurduna ulaştılar. Bulgar
Türkleri, Kıpçaklarla kaynaşıp Kazan
Türklerini meydana getirdiler. Batu
Han, Macaristan’ı da itaatine aldıktan
sonra, ordularını İdil’e kadar çekti ve
Aşağı İdil boyunda, Altınordu
Devleti'nin temelini attı (1242).
Yerli Kıpçak Türkleri, işgalci
Moğolları, kısa zamanda kültürlerinin
etkisi altında erittiler. Devlet adeta bir
Kıpçak devleti hâlini aldı. Moğolların
sadece adı kaldı. Türkçe konuşup
Türkçe yazmaya başladılar. Bilhassa
Batu’nun oğlu Berke Hanın
Müslüman olması, Moğollar arasında
İslâmiyet'in hızla yayılmasına yol açtı.
İslâmiyet, 922 yılında Bulgar Hanı
Almas Hanın Müslüman olarak Abbasî
halifelerine tâbi olmasından sonra,
bölgedeki Türk boylarının ortak dini
hâline geldi. Yüzyıllarca, Rusları,
Sibirya soğuğuna mahkûm eden
Kıpçak Türklerinin hakim olduğu
Altınordu Hanlığı, Timurlular'la
giriştiği mücadele sonunda zayıf
düştü.
Altınordu’nun hakim olduğu
bölgelerde, Kazan (1437-1552) ve
Kırım (1430-1783) hanlıkları kuruldu.
Bu hanlıkların nüfusu, Kıpçak
Türklerinden meydana geliyordu.
Kazan Hanlığı'ndaki taht kavgaları,
Rusları iyice güçlendirdi. 1552’de
Korkunç İvan, Kazan Hanlığını yıktı.
1783’te Kırım Hanlığı, Rusya
hakimiyetine girdi. Osmanlılar'ın zayıf
dönemlerini iyi kullanan Ruslar, işgal
ettikleri bölgelerdeki cami ve
medreseleri yakıp yıktılar. Birçok
Müslüman, Osmanlı topraklarına göç
etti. Geride kalanlar, Rusların korkunç
zulümlerine maruz kaldılar. 1917
Bolşevik ihtilali ve sonrasında din
tamamen yasaklandı. Fakat bölgede
meskûn olan Müslüman ahali,
benliğini İslâmiyet sayesinde korudu.
1990’lara doğru dinî inançların
serbest bırakılması ile bölgede
İslâmiyet, eski günlerine kavuşma
yolunda hızla ilerlemektedir.
Macaristan ve Romanya gibi ülkelere
gidip yerleşen Kıpçaklar,
Hıristiyanlaşarak benliklerini
kaybettiler. On ikinci yüzyıl ve
sonrasında, Mısır’daki Eyyubî ve
Memlûklu devletlerine satılan Kıpçak
çocukları, zamanla devletin idaresini
ele geçirdiler. 1250-1382 yıllarında,
Mısır’ı Kıpçak asıllı Memlûk
hükümdarları idare ettiler.
Kıpçak Türkleri, kendilerine mahsus
bir lehçe ile konuşurlardı. Macaristan
ve Mısır’da Kıpçak lehçesinde
kitaplar yazmışlardır. Kırım’da
ticaretle uğraşan Kıpçak Türkleri ile
irtibat kuran İtalyanlar, Codex
Cumanicus adıyla ticareti ilgilendiren
Kıpçakça bir lügat kitabı hazırladılar.
Ayrıca, Alman misyonerleri, bu kitabı
dinî yönden tamamlayan ilâhiler
kısmını yazdılar
Oğuzlar, Oğuz Boyu
Bugün; Türkiye, Balkanlar,
Âzerbaycan, İran, Irak ve
Türkmenistan’da yaşayan Türklerin
ataları olan büyük bir Türk boyu.
Oğuzlara, Türkmenler de denir.
Oğuz kelimesinin türeyişiyle ilgili
çeşitli fikirler ileri sürülmüştür.
Kelimenin boy, kabile mânâsına
gelen “Ok” ve çokluk eki olan “z”nin
birleşmesinden “Ok-uz” (oklar,
koylar) anlamında olduğu ileri
sürüldüğü gibi, oyrat (haşarı,
yaramaz) kelimesinin eş anlamlısı
olduğunu iddiâ edenler de vardır.
Ancak kelime, Anadolu ağızlarında
“halim selim, ağırbaşlı” mânâlarına
da kullanılmaktadır. Arap
kaynaklarında ise “guz” veya “uz”
şeklinde geçmektedir.
İlk zamanlar Üçok ve Bozok adlarıyla
iki ana kola ayrılmış olan Oğuzlar,
daha sonraki devirlerde, Dokuz Oğuz,
Altı Oğuz, Üç Oğuz adlarında boylara
da ayrıldılar. Oğuzlar, yirmi dört
boydan meydana gelmişti. Bunlardan
on ikisi Bozok, on ikisi Üçok koluna
bağlıydı. Tarihçiler, hazırladıkları
cetvellerde Oğuz boylarının adlarını,
sembollerini ve ongunlarını
(armalarını) göstermişlerdir. Buna
göre, Bozoklar; Kayı, Bayat, Alka Evli,
Kara Evli, Yazır, Dodurga, Döğer,
Yaparlu, Afşar, Begdili, Kızık, Kargın;
Üçoklar ise; Bayındır, Peçenek,
Çavuldur, Çepnî, Salur, Eymur, Ala
Yundlu, Yüreğir, İğdir, Büğdüz, Yıva,
Kınık boylarına ayrılmışlardı. Bugün
Türkiye’de yirmi dört Oğuz boyuna
ait işaret ve yer adlarına çok
rastlanmaktadır.
Oğuz adına ilk defa Yenisey
Kitabelerinde rastlanmaktadır. Barlık
Irmağı yöresinde bulunan bu
kitabelerde; “Altı Oğuz budunda”
sözü yer almaktadır. Öz Yiğen Alp
Turan adlı bir beye ait olan bu
kitabelerin yazıldığı devirde, Oğuzlar,
Göktürkler'in hakimiyeti altında altı
boy hâlinde Barlık Irmağı kıyılarında
yaşamakta idiler.
Altıncı yüzyıldan itibaren Göktürklerin
idaresinde toplanan Türk
kabilelerinden bir kısmı gibi Oğuzlar
da kendi aralarında birlik kurarak
Tula-Selenga ırmakları bölgesinde
Dokuz-Oğuz Kağanlığını meydana
getirdiler. Göktürk kağanlığının,
Kutlug Şad (İlteriş Kağan) tarafından
682’de ikinci defa kurulmasından
sonra, Göktürkler, hâkimiyetlerini
kabul etmeyen Oğuzlar üzerine
yürüdüler. Tula Irmağı kıyısında
yapılan kanlı bir savaşta, Oğuzlar
yenildiler. Fakat, Göktürklerin
hâkimiyetini kabul etmediler. İlteriş
Kağan, Oğuzlar üzerine birçok sefer
düzenledi ve Baz Kağanı öldürdü.
Oğuzların merkezi Ötüken ve
çevresini ele geçirdi. Bu yenilgi
karşısında İlteriş Kağan’ın
hâkimiyetini kabul etmek zorunda
kalan Oğuzlar, Göktürklerin Kırgız
seferine katıldılar. Göktürk
hakanlarından Bilge Kağan
zamanında isyan ettiler. Bir sene
içinde bir kaç defa harbe giren
Oğuzlar; yenilerek, geri çekildiler.
Daha sonra Dokuz-Tatarlar ile ittifak
kurarak Göktürklerle mücadele
ettilerse de yine bozguna uğrayarak,
Çin taraflarına göç ettiler. Bir müddet
sonra tekrar eski yurtlarına döndüler.
Bu mücadelelerde zayıflayan
Göktürkler, 745’te Uygurlar
tarafından yıkıldı. Bu esnada
Uygurlara yardım eden Oğuzlar,
Uygur Devletinin dayandığı başlıca
boylardan biri oldu. Uygurlarla
birlikte Basmıl ve Karluklar'a karşı
savaştılar. Fakat zaman zaman
Uygurlara karşı da isyan etmekten
geri durmadılar. Eski müttefikleri
Dokuz-Tatarlar ile birleşerek Uygur
Kağanı Moyunçur’a karşı cephe
aldılar. Zaman zaman Çin’e gittiler.
Daha sonra Çin’den çıkarak eski
yurtlarına döndüler. Uygur Devletinin
yıkılması üzerine batıya göçerek Sir
Derya (Seyhun) kıyılarına ve onun
kuzeyindeki bozkırlara yerleştiler.
Onuncu yüzyılda, göçebe hayatı
yanında, yerleşik bir hayat sürmeye
de başladılar. Göçebe Oğuzlar, daha
ziyade koyun, at, deve, sığır
yetiştiriciliği ve ticaretle
uğraşıyorlardı. Yerleşik Oğuzlar ise,
Sabran (Karacuk), Suğnak, Karnak,
Sütkent gibi şehirlerde oturuyorlardı.
Onuncu asırda henüz Müslüman
olmamış olan Oğuzlar, inanışları
gereği bir takım ibadet ve âyinleri
yerine getiriyorlardı. Ancak yaşayış
bakımından İslâmiyet'e uygun
tarafları vardı. Soy temizliğine
ehemmiyet verirlerdi. Bilhassa zina
gibi suçların cezası ölümdü.
Onuncu asrın başlarında Oğuzlar,
Mâverâünnehir çevresinde yerleşip,
Yabgu denilen hükümdarın idare
ettiği bir devlet kurdular. Devlet ve
millet işlerinin bir mecliste istişare
edildiği ve subaşı denilen ordu
kumandanı, Yabgu’nun vekili ve nâibi
olan tegin, İnal ve Tarkan unvanlarını
taşıyan memurlar vardı. Oğuzların bu
sıradaki başşehirleri, Sir Derya
kıyısındaki Yeni Kent idi. Yabgu
Devleti zamanında Oğuzlar, Üçok ve
Bozok diye iki kısma ayrılmışlardı.
Onuncu asrın sonlarında İslâm dînini
kabul ederek iyice güçlenen Oğuzlar,
komşuları Peçenekler ve Hazarlar ile
savaşlar yaparak onları yendiler.
Fakat 11. yüzyılın ortalarında,
Oğuzların İslâm dînini kabul etmemiş
olan bir kısmı, Kıpçaklar'ın baskısıyla
yurtlarını terk ederek Karadeniz’in
kuzeyinden Tuna boylarına, oradan
da Balkanlara indiler. İslâm dînine
girmedikleri için etraflarını saran
Hıristiyan devletlerin baskısıyla kısa
zamanda benliklerini kaybederek, örf,
an’ane ve geleneklerini unuttular.
Eriyip, yok oldular. Geri kalanları da
Bizans hizmetine girdiler. 1071’de
yapılan Malazgirt Meydan
Muharebesi'ne Bizanslıların yanında
katıldılar. Fakat çok geçmeden
Selçuklular tarafına geçtiler.
İslâm dînini kabul eden Selçuk Bey’in
idaresindeki Oğuz boyları ise, Oğuz
Yabgu Devleti hükümdarının,
kendilerine kötülük yapacağından
çekinerek, yurtlarından ayrılıp İslâm
diyarı olan Horasan taraflarına
gittiler. Mâverâünnehir’de kalan diğer
Oğuz boyları da, Kıpçakların hücum
ve baskıları sonunda dağıldılar.
Böylece Oğuzlar Devleti yıkıldı.
Yerlerinde kalan Oğuzlar ise Karaçuk
dağları bölgesinde, Mangışlak’da ve
Seyhun Nehri kıyılarında yerleştiler.
Daha sonra Karahıtayların ve
Karlukların baskısı netîcesinde,
Horasan’a gelip Selçuklulara tâbi
oldular.
Selçuk’un büyük oğlu Arslan İsrâil,
Horasan’da hâkimiyet kurup, diğer
Oğuz boylarını idaresi altında topladı.
Daha sonraları, Tuğrul ve Çağrı Beyler
idaresindeki Selçuklular,
Sâmânoğulları ile ittifak kurarak,
Karahanlılar'a ve Gazneliler'e karşı
mücadele ettiler. Selçukluların
başarılı idareleri sebebiyle pekçok
Oğuz boyu onların hâkimiyetinde
toplandı. Birçokları yerleşik hayata
geçti.
Selçuklu Devletinin kurulmasında
esas rolü oynayan Oğuzlar ve diğer
Oğuz boyları, 11. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren akın akın İran,
Irak, Anadolu ve Suriye’ye doğru
yayıldılar. Selçuklu Devletinin
sınırlarını Ceyhun Nehrinden
Akdeniz’e kadar genişlettiler.
İslâmiyet'i kabul etmeden önce
dünyevî maksatlar ve kuru cihangirlik
için çalışan, harp eden ve soylarının
temizliğiyle tanınan Oğuzlar, İslâm
dînini kabul ettikten sonra, Allahü
teâlânın yüce dîni olan İslâmiyet'i
yaymaya gayret ettiler. Gittikleri
yerlerde doğruluğun, adaletin, ilmin
ve medeniyetin savunuculuğunu
yaptılar. İnsanlara hizmet etmek,
ilmin ve medeniyetin yayılmasını
sağlamak için pekçok cami, medrese,
kervansaray, hamam ve köprü
yaptırdılar. Büyük Selçuklu, Türkiye
Selçukluları, Akkoyunlular,
Salgurlular, Artukoğulları,
Karamanoğulları, Ramazanoğulları,
Dulkadiroğulları ve Osmanlı
devletlerini kurarak İslâm dîninin
yayılmasına hizmet ettiler.
İslâmiyet'in ve Müslümanların yok
edilmesi için çalışan Haçlılara karşı
parlak zaferler kazandılar.
İslâmiyet'e, ilme ve adalete karşı
olan ortaçağ Avrupa’sına pekçok
yenilikleri götürdüler. Dokuz yüz sene
boyunca, kurdukları devletlerin
sınırları içinde yaşayan bütün
unsurlara karşı İslâm dîninin emirleri
doğrultusunda hareket ederek,
hizmet ettiler. Bugün Türkiye,
Âzerbaycan, İran, Türkmenistan,
Afganistan, Irak ve Suriye’de yaşayan
Türkler, Oğuzların neslindendir.
Oğuz teşkilâtı, yirmi dört boyun
çıkardığı sülâleler ve meşhûr
şahsiyetleri:
Boz-Oklar: Dış Oğuzlar da denip, Sağ
kolu teşkil ederler. (Bkz. Oğuz Kağan
Destanı)
1. Gün-Alp/Gün-Han: Sembolü şâhin.
Oğulları: a) Kayıg/Kayı-Han:
“Sağlam, berk” mânâsındadır. Üç kıta
ve yedi denize altı yüz yıldan fazla
hâkim olan Osmanlı sülâlesi bu
boydandır. Kayı Boyundan Ertuğrul
Gâzi ve her biri birer müstesnâ
şahsiyete sâhip, çoğu dâhî, cihangir,
kumandan, şâir ve sanatkâr olan
Osmanlı sultanları, Kayı Han neslinin
kıymetini göstermeye kâfidir. b)
Bayat: “Devletli, nîmeti bol”
mânâsındadır. Maraş ve çevresine
hâkim olan Dulkadiroğulları, İran’da
Kaçarlar, Horasan’da Kara Bayatlar,
Maku ve Doğubeyazıt hanları, Kerkük
Türkmenlerinin çoğu, bu boydandır.
Dede Korkut kitabını 1480’de
Hicaz’da yazan Tebrizli Hasan ve
meşhûr şâir Fuzûlî bu boydandır. c)
Alka-Bölük/Alka-Evli: “Nereye varsa
başarı gösterir” mânâsındadır.
Türkiye ve Âzerbaycan’daki Alaca,
Alacalılar adı taşıyan yerler bu boyun
hatırasıdır. d) Kara-Bölük/Kara-Evli:
“Kara otağlı (çadırlı)” mânâsındadır.
Karalar ve karalı gibi coğrafî yer
adları bunlardan kalmadır.
2. Ay-Alp/Ay-Han: Sembolü kartal.
Oğulları: a) Yazgur/Yazır: “Çok
ülkeye hâkim” mânâsındadır. Ab-
Yabgu devrindeki Yenibent Yabguları,
Batı Türkistan’daki Cend Emirleri,
Kara-Daş denilen Horasan Yazırları,
Ahıska’dan aşağı Kür boyundaki
Azgur-Et (Azgur Yurdu) Kalesi,
Kürmanç Kürtlerinin Azan Boyu,
Toroslardaki Gündüzoğulları
Hanedanı bu boydandır. b) Tokar/
Töker/Döğer: “Dürüp toplar”
mânâsındadır. Yenikentli Vezir
Ayıdur, Harput-Diyarbakır-Mardin
hâkimleri, Artuklular, Sincar-Siverek,
Suruç arasında hâkim eski Caber
Beyleri, Memluklar devrinde Halep
Döğeriyle Hama Döğerleri, bugünkü
Mardin-Urfa arasında yirmi dört
oymaklı Kürt Döğerleri, Hazar Denizi
doğusundaki Saka Boyu Takharlar;
Şavşat’taki Ören kale, To-Kharis ve
Malatya’nın Tokharis bucağı,
Dağıstan’daki Digor ve Kars ve
Arpaçay sağındaki Digor kazası bu
boydan hatıradır. c) Totırka/Dodurga/
Dödürge: “Ülke almak ve hanlık
yapmak” mânâsındadır. Sivas
doğusundaki Tödürgeler bu
boydandır. d) Yaparlı: “Misk kokulu”
mânâsındadır. Zaza Çarekliler ve misk
ticareti yapan Yaparı Oymağı bu
boydandır. Yaparı Oymağının
Akkoyunlu ve Giraylı camilerinin
mihrap duvar harcına bu güzel
ıtriyattan kattıklarından hâlâ hoş
kokmaktadır. Diyarbakır ve Kırım’da
hatıraları vardır.
3. Yıldız-Alp/Yıldız Han: Sembolü
tavşancıl. Oğulları: a) Avşar/Afşar:
“Çevik ve vahşî hayvan avına hevesli”
mânâsındadır. Hazistan Beyleri,
Konya’daki Karamanoğulları,
İran’daki Avşarlı Nâdir Şah ve
hanedanı, Ürmiye ve Horasan
Afşarları bu boydandır. b) Kızık:
“Yasakta pek ciddi ve kuvvetli”
mânâsındadır. Gaziantep, Halep ve
Ankara çevresindeki Kızıklar, Doğu
Gürcistan’da ve Şirvan batısındaki
ovaya Kızık adını verenler bu
boydandır. c) Beğdili: “Ulular gibi
aziz” mânâsındadır. Harezmşahlar,
Bozok/Yozgat-Raka/Halep
çevresindeki Beğdililer, Kürmanç
Badılları bu boydandır. d) Karkın/
Kargın, “Taşkın ve doyurucu”
mânâsındadır. Akkoyunlu-
Dulkadiroğlu ve Halep-Hatay
bölgesindeki Kargunlar, Doğu
Anadolu ve Âzerbaycan’daki
ilkbaharda eriyen karların suları ile
kopan sel ve su kabarmasına da
Kargın/Korkhun denilmesi bu boyun
adındandır.
Üç-Oklar: İç Oğuzlar da denilir, sol
kolu teşkil ederler.
1. Gök-Alp/Gök Han: Sembolü
sungur. Oğulları: a) Bayundur/
Bayındır: “Her zaman nîmetle dolu
yer” mânâsındadır. Akkoyunlular
sülâlesi, İzmir’den Âzerbaycan’daki
Gence’ye kadar Bayındır adlı yerler bu
boydan gelir. b) Beçene/Beçenek/
Peçenek: “İyi çalışkan, gayretli”
mânâsındadır. Karadeniz kuzeyi ile
Balkan Yarımadasına göçen ve 1071
Malazgirt ile 1176 Miryokefalon
Meydan Muhârebelerinde
Bizanslılardan ayrılarak Selçuklular
safına geçen Peçenekler, Dicle
Kürmançlarının iki ana kolundan
güneydeki Beçene Kolu, Ankara-
Çukurova Halep bölgelerindeki
Türkmen oymaklarından Peçenekler
bu boydandır. c) Çavuldur/Çavındır:
“Ünlü, şerefli, cavlı” mânâsındadır.
Türkmenistan’da Mangışlak
Çavuldurları, Çorum çevresindeki
Çavuldur ve Anadolu’daki Çavdar
Türkmen oymakları, Erzurum ve
çevresindeki Çoğundur adlı köyler bu
boyun adından gelmektedir. d) Çepni:
“Düşmanı nerede görse savaşıp
hemen çarpan, vuran ve hızlı
savaşan” mânâsındadır. Rize-Sinop
arasındaki çok usta demirci Çepniler
ve Çebiler, Kırşehir, Manisa-Balıkesir
çevresindeki ve Kars ile Van
bölgelerinde Türkmen Oymağı
Çepniler bulunmaktadır.
2. Dağ-Alp/Dağ Han: Sembolü
uçkuş. Oğulları: a) Salgur/Salur:
“Vardığı yerde kılıç ve çomağı ile iş
görür” mânâsındadır. Kars ve
Erzurum hâkimi Salur Kazan Han
Sülâlesi, Sivas-Kayseri hükümdarı
âlim ve şair Kadı Burhâneddin Ahmed
ve Devleti, Fars Atabegleri,
Salgurlular, Horasan’daki Teke-
Yomurt ve Sarık adlı Türkmenlerin
çoğu bu boydandır. b) Eymür/Imır/
İmir: “Pek iyi ve zengin”
mânâsındadır. Akkoyunlu, Dulkadirli
ve Halep Türkmenleri içindeki
Eymürlü/İmirlü oymakları, Çıldır ve
Tiflis’teki iyi halıcı ve keçeci
Terekeme Oymağı bu boydandır. c)
Ala-Yontlup/Ala-Yundlu: “Alaca atlı,
hayvanları iyi” mânâsındadır. Yonca
kelimesi bu boyun hatırasıdır. d)
Yüregir/Üregir: “Daima iyi iş ve düzen
kurucu” mânâsındadır. Orta Toros ve
Çukurova Üç-Oklu Türkmenlerinin
çoğu, Adana’daki Ramazanoğulları bu
boydandır.
3. Deniz Alp/Deniz Han: Sembolü
çakır. Oğulları: a) Iğdır/Yiğdir/İğdir:
“Yiğitlik, büyüklük” mânâsındadır.
İçel’in Bozdoğanlı Oymağı,
Anadolu’da yüzlerce yer adı bırakan
İğdirler, İran’da büyük Kaşkay-Eli
içindeki İğdirler ve Iğdır adı, bu
boyun hâtırasıdır. b) Beğduz/Bügdüz/
Böğdüz: “Herkese tevâzu gösterir ve
hizmet eder mânâsındadır. Dicle
Kürtleri ilbeği olup, Hazret-i
Peygamber’e elçi giden (622-623
yılları arasında Medîne’ye varan),
Bogduz-Aman Hanedanı temsilcisi ve
Kürmanç’ın iki ana kolundan
Bokhlular/Botanlar, Yenikent-
Yabgularından onuncu yüzyıldaki
Şahmelik’in Atabegi Kuzulu, Halep
Türkmenlerinden Büğdüzler bu
boydandır. c) Yıva/Iva: “Derecesi
hepsinden üstün” mânâsındadır.
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşâh
(1072-1092) devrinde Suriye ve
Filistin’i feth eden Atsız Beğ, 12.
yüzyılda Hemedân batısında Cebel
bölgesi hâkimleri Berçemeoğulları,
Haçlıları Halep çevresinde yenen
Yaruk Beg, Güney-Âzerbaycan’daki
Kaçarlu-Yıva Oymağı bu boydandır.
Ankara’da çok makbul yuva kavunu
bu boyun yerleştiği ve adları ile
anılan köylerde yetişir. d) Kınık: “Her
yerde aziz, muhterem” mânâsındadır.
Büyük ve Anadolu Selçuklu devletleri,
Orta Toroslardaki Üçoklu Türkmenler,
Halep-Ankara ve Aydın’daki Kınık
Oymakları bu boydandır.
Özbekler (Şeybaniler)
On dördüncü yüzyıldan itibaren Orta
Asya’da hakimiyet kuran, bugün
çoğunlukla Özbekistan
Cumhuriyetinde yaşayan Türk boyu.
Özbek halkının tarihinin ilk
dönemlerine ait bilgi yoktur.
Özbeklere bu ad, ilk olarak
1313-1340 yılları arasında hüküm
süren, Altınordu Hükümdarı
Gıyâseddin Muhammed Özbek
tarafından verildi. Daha sonraları,
1412-1468 yılları arasında hüküm
süren Ebü’l-Hayr’a bağlı Müslüman-
Türklerin adı oldu.
Timur Han'ın 1405’te ölümünden
sonra zayıflayan Timur İmparatorluğu
parçalanmaya başladı. Bu sırada Aral
Gölünün ve Seyhun Irmağının
kuzeyindeki bölgede dağınık olarak
yaşayan Özbekler, Ebü’l-Hayr’ın
idaresinde toplanarak, 1428’de onu
kendilerine han ilan ettiler. Kısa
zamanda kuvvetlenip, çevredeki diğer
boyları da hakimiyetleri altına aldılar.
Timurlulardan, Harezm’i alıp,
Urgenc’i zaptettiler. Siriderya
(Seyhun) Irmağı kıyısındaki Sığnak,
Arkuk, Suzak, Akkurgan, Özkent gibi
şehirleri ülkelerine kattılar ve
bunlardan Sığnak’ı başşehir yaptılar.
Türkistan taraflarına seferler
düzenledilerse de, Kalmuklara
yenilerek Sığnak’a çekildiler.
Özbeklerin bu zayıf durumundan
istifade eden Karay ve Canibek adlı
başbuğlar, Özbeklerden bir kısmını
etraflarında toplayıp, Çağatay Hanı
Esenboğa’ya başvurarak, kendilerine
yurt vermesini istediler. Esenboğa,
onları, Çağatay Moğol
İmparatorluğunun sınır bölgelerine
yerleştirdi. Canibek ve Karay’a tâbi
olarak Özbeklerden ayrılan göçebe
boylara, daha sonra Kazak veya
Kırgız Kazakları adı verildi. Kırgız
Kazaklarını yeniden hakimiyeti altına
almaya çalışan Ebü’l-Hayr, 1468’de
bir savaşta vefat etti. Ebü’l-Hayr’ın
vefatından sonra, Özbekler, Çağatay
Moğol hükümdarı Yunus Hana
yenilerek dağıldılar. Yunus Han,
Ebü’l-Hayr’ın oğlu Şah Budak’ı
öldürttü. Dağınık halde bulunan
Özbekler, bu hadise üzerine Şah
Budak’ın oğlu Muhammed Şeybek’in
(Şeybânî) etrafında tekrar toplanarak
güneye doğru inmeye başladılar.
Bu tarihten itibaren Şeybânîler adıyla
da anılan Özbekler, ilk zamanlar,
Çağatay Hanı Mahmud Hanın
himayesine girerek Türkistan’a
yerleştiler. 1500 yılında Timuroğulları
Devletindeki iç karışıklıktan
yararlanarak, Buhara’yı zaptedip,
Timur Hanedanına son verdiler.
Mâverâünnehir tahtına, Muhammed
Şeybânî geçti. Timur soyundan gelen
Hüseyin Baykara’nın hüküm sürdüğü
Harezm’i ve Hüseyin Safi’nin idare
ettiği Hîve’yi de ele geçiren Özbekler,
Çağatay Hükümdarı Yunus Hanın
torunu Babür ile uğraştılar. Yapılan
bir savaşta, Babür’ü mağlup ederek
Taşkent’e çekilmek zorunda
bıraktılar. Horasan tarafına da
seferler düzenleyip, Belh ve Herat’ı
ele geçirdiler. Çağatayların elinde
bulunan Taşkent’i de zapteden
Özbekler, Çağatay Hanı Mahmud Han
ile kardeşi Ahmed Hanı esir aldılar.
Böylece Türkistan, Mâverâünnehir,
Fergana ve Horasan bölgelerine
hakim olup, Orta Asya’nın en güçlü
devleti hâline geldiler.
Özbekler, on altıncı yüzyıl boyunca
İran’daki Şiî-Safevîler'le devamlı
olarak savaştılar. Osmanlılar ve
Hindistan’daki Babürlüler'le iyi
münasebetler kurmaya çalıştılar. 17
ve 18. yüzyılın ortalarına kadar
Astırhanlar Hanlığı'nın hakimiyeti
altında kaldılar. 1740’ta, Nâdir Şah
tarafından, Astırhanlar (Astrahan)
Hanlığı yıkıldı.
Nâdir Şahın vefatından sonra,
hakimiyet Canoğullarının yerine
Mangıthanlar sülâlesine geçti.
Canoğullarının hakimiyeti, 1860 yılına
kadar devam etti. 1860’tan itibaren
Türkistan içlerine doğru ilerleyen
Rusların himayesinde, yarı bağımsız
olarak devam eden Buhara
Hanlığı'nın hakimiyetinde kalan
Özbekler, Rusların baskısı altında
yaşadılar. 1917’deki komünist
ihtilalden sonra, Rus esaretine karşı
harekete geçtiler. Buhara, 1920’de
Ruslar tarafından tamamen işgal
edilince, Mangıthanlar sülalesi de
ortadan kalktı. Kadın-erkek, ihtiyar-
çocuk demeden insanların kurşuna
dizilmesi, cami ve mescitlerin
kapatılıp din adamlarının şehit
edilmesinden sonra, Buhara Halk
Cumhuriyeti kuruldu. Bu cumhuriyet
de 1924’te ortadan kaldırıldı.
Bugün Özbekler, 1991’de
bağımsızlığını kazanan Özbekistan
Cumhuriyeti'nde yaşamaktadırlar.
1984’te 17. 5 milyon olan Özbekistan
nüfusunun, 12 milyonu Özbeklerden
meydana geliyordu. Ayrıca,
Tacikistan’da 1 milyon,
Türkmenistan’da 240 bin,
Kırgızistan’da 450 bin, Kazakistan’da
2 milyon 400 bin kadar Özbek
yaşamaktadır. Böylece Orta Asya Türk
Cumhuriyetlerindeki toplam Özbek
sayısı, 16 milyonu bulmaktadır.
Peçenekler
Türk boylarından. Oğuzların Üç-ok
koluna mensupturlar.
İslâm kaynaklarında “Beçene,
Beçenek, Biçene”; Anadolu ağzında
“Peçeneke, Beçenek” olan boyun adı,
“iyi çalışır, gayret gösterir”
mânâsındadır. Peçeneklere Bizanslılar
“Patzinak”, Lâtinler “Bissenus”,
Ruslar “Peçennyeg”, Macarlar
“Beşennyö”, Ermenilerin “Badzinag”
dedikleri, kaynaklarda yazılıdır. Asıl
yurtları, Orta Asya’da, Seyhun
(Siriderya) ile İdil (Volga) nehirleri
arasındadır.
Dokuzuncu yüzyılda Hazar Hakanlığı
ve Oğuzlar'ın baskılarıyla, asıl
yurtlarını terk edip, batıya göç
etmeye başladılar. Yayılma
istikametleri Karadeniz’in kuzeyinden
Balkanlara doğru idi. Hazar Hakanlığı,
Rus Knezlikleri, Bizanslılar ve Balkan
kavimleriyle mücadele ettiler.
860-880 yılları arasında Don-Kuban
nehirleri boyuna gelen Peçenekler,
Macarları bu havaliden
uzaklaştırdılar. Don Nehrinden,
Dinyeper’in batısına kadar yayıldılar.
915’te, Rusların ataları olan Kiyef Rus
Knezliği’ne, ilk Peçenek akını yapıldı.
Rusları, Karadeniz kıyılarına
indirmemek için, 915’ten 1036 yılına
kadar, on biri büyük olmak üzere pek
çok akın yaptılar. Peçeneklerin,
Rusları Karadeniz’e indirmemeleri,
Bizanslıların menfaatineydi.
Bizanslılar, 1018 yılına kadar,
Peçeneklerle dost geçinmeye
çalıştılar. 1026, 1035, 1036’da,
Balkanlara akın tertip ettiler.
Peçeneklerin iç mücadelesinde, önce
Kegen’in, sonra da Turak’ın Hıristiyan
olmasıyla, millî felaketleri başladı.
Peçenekler, arasında 1048 yılında
başlayan Hıristiyanlaşma, Balkanlarda
sıkışmalarıyla hızlandı. Hıristiyanlaşan
Peçenekler, millî benliklerini unutup,
Türklüklerini kaybettiler. Bizanslılar,
Peçenekleri yurtlarından alıp, başka
yerlere iskân siyaseti takip ettiler.
Bizans ordusuna da asker alındılar.
1071 Malazgirt Muharebesi'nde,
Bizans ordusundaki Peçenekler,
Selçuklular safına geçmeleriyle,
Sultan Alparslan’ın zafer
kazanmasında yardımcı oldular. 1176
Miryokefalon Meydan
Muharebesi'nde de Anadolu
Selçukluları safına geçtiler.
Balkanlardaki Peçenekler, Anadolu’da
Marmara kıyılarına kadar gelen
soydaşı Selçuklularla münasebet
kurdular. Peçenekler, Trakya’da
Bizans kuvvetlerini üst üste yenerek,
Edirne ve Keşan’a hakim olarak,
Çekmece’ye kadar geldiler. Oğuzların
Üç-ok kolu Çavuldur boyuna mensup
olan İzmir Beyi Çaka Bey’in, kuvvetli
bir donanma kurarak, Bizans’a ait
adaları zaptetmesi, iki soydaş boyun,
Bizans’a karşı ittifakına sebep oldu.
Bizans’a karşı Peçenek, Çavuldur
ittifakı, entrika yüzünden bütünüyle
gerçekleşemedi. Bizanslılar,
Peçeneklere karşı Kıpçaklarla anlaştı.
Bizans’a kırk bin atlı ile yardıma
gelen Kıpçaklar, Bizans ordusuyla
beraber olup, Meriç Irmağı ağzında
ve Enez yakınında Peçeneklerle
karşılaştılar. 29 Nisan 1091 tarihinde
Luvinyum Muharebesinde, Peçenekler
yenildiler. Luvinyum Muharebesi,
Peçeneklerin siyasî tarihinin sonu
oldu. Peçeneklerden kırk bin aile,
Arnavutluk kuzeyindeki Ohri Gölünün
doğusuna yerleştiler.
Balkanlara dağılan Peçenekler,
Müslüman olmadıklarından, Anadolu
ve Hindistan’daki soydaşları gibi
Türklüklerini muhafaza edemeyip,
Slavlaştılar. Asıl çoğunluğu,
Karadeniz’in kuzeyi ve Balkanlarda
olmasına rağmen, günümüzde
buralarda, Peçenek hatırasına
rastlanmamaktadır. Anadolu’da,
Peçeneklere ait coğrafî adlar hâlâ
mevcuttur. Ankara vilayeti,
Şereflikoçhisar kazası yakınındaki
Peçeneközü vadisi, Maraş’ın Elbistan
kazasında iki, Konya bölgesinde de
dört yer adı, Peçeneklerin Anadolu’ya
geldiklerinin hatırasıdır.
Salur Boyu (Salurlar, Salurlular)
Oğuzların Üçok koluna mensup bir
Türk boyu.
On üçüncü yüzyılda İran’ın Fars
bölgesinde Salgurlular (Fars)
Atabegliğini kurdular. Horasan ve
Kirman’dan gelen diğer Türk
boylarıyla, nüfuzlarını arttırdılar.
Atabegliğin 1286 yılında Moğollar
tarafından ortadan kaldırılmasından
sonra, Salurlar, Salur Türkmenleri
adıyla anılmaya başladılar. Bölgede
kalanlar, Merv ve Serahs civarında
hayatlarını devam ettirdiler. Batıya
göç edenlerse, Anadolu’da kurulan
Mengücükler, Eretnalılar ve Türkiye
Selçukluları'nın hizmetine girdiler.
Salurlulardan Kadı Burhâneddin,
Eretnalıların zayıflamasından
istifadeyle, Sivas ve Kayseri
bölgesinde kendi adıyla anılan bir
devlet kurdu (1381). Osmanlılar
zamanında Salurlular, Sivas,
Erzincan, Tokat, Amasya, Adana ve
Trablusşam bölgesinde hayatiyetlerini
devam ettirdilerse de, sonraları diğer
Türkmen boyları arasına karıştılar.
Bugün Anadolu’da, Salur adını
taşıyan birçok yerleşim birimi
bulunmaktadır.
Halaçlar (Kalaçlar, Hılciler)
Toharistan, Güney Afganistan ve
Sicistan'da yaşamış eski bir Türk
kabilesi. Kaşarlı Mahmud'a göre
Hallaçlar, Oğuzlara çok yakın bir
soydur.
Bununla birlikte 11. yy Türk
boylarıyla ilgili gruplandırmalarda
Hallaçlara yer verilmemiştir. Ebu'l
Gazi Bahadır'ın Şecere'i Terakime
adlı yapıtlarında Hallaçlar'ın
Hindistan'daki varlıklarından ve
etkinliklerinden söz edilmekle
birlikte, Hallaci hanedanlığı hakkında
bilgi yoktur. İslam kaynakları
Toharistan Türklerini, Güney
Afganistan halkını ve Kuzey Hindistan
ile arasındaki nüfusu dil ve
gelenekler yönünden Halaçlara
bağlar. 10. yy ait bir coğrafya kitabı
olan Hududü'l Alam'da Belh,
Toharistan ve Büst'te hayvancılıkla
uğraşan Halaçların yaşadığı
anlatılmıştır.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol