Türk Kütüphanesi

Ittihat ve Terraki Cemiyeti

İttihat ve Terakki Cemiyeti
İttihat ve Terakki Cemiyeti, (Osmanlı
Türkçesi: ﺇﺗﺤﺎﺩ ﻭ ﺗﺮﻗﻰ ) (Güncel Türkçesi: Birlik
ve İlerleme Derneği), Osmanlı Devleti'nde
1908 Devrimi'ne önayak olan ve 1908-1918
arasında kısa kesintilerle devlet yönetimine
hakim olan siyasî örgüt. Batı dillerinde daha
çok Jön Türkler (Fransızca: Les Jeunes-
Turcs, Genç Türkler) olarak adlandırılır.

Ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin
tarihçesi
İttihat ve Terakki Türkiye’de kurulan ilk
siyasi parti olarak kabul edilir.
21 Mayıs 1889’da İttihad-ı Osmani adıyla ve
Abdülhamid Hanı tahttan indirmek gayesiyle
gizli bir cemiyet olarak kuruldu. Daha sonra
İttihat ve Terakki adını aldı. Yapılan ilk
toplantıda Cemiyetin başkanlığına Ali Rüşdi,
katipliğine Şerefeddin Mağmumi, muhasib
üyeliğe de asaf Derviş seçildiler.
Cemiyet, İstanbul’daki sivil ve askeri okul
talebeleri arasında taraftar kazanarak süratle
büyüdü. İtalyan Karbonari mason teşkilatını
örnek alarak kurulan bu gizli cemiyet,
hücreler halinde teşkilatlandı. Hücre içindeki
her üyeye bir sıra numarası verildi. Birinci
hücrenin birinci üyesi İbrahim Temo idi.
Cemiyet üyeleri, Galata Fransız Postahanesi
aracılığıyla merkezi Paris’te kurulan Jön
Türklerle irtibat kurdular. Cemiyetin
üyelerinden olan Bursa maarif müdürü Ahmed
Rıza Bey, Paris’teki bir sergiyi gezmek
bahanesiyle Fransa’ya gidip, Jön Türkler
grubuna katıldı ve geri dönmedi. İttihad-ı
Osmani cemiyetinin fikirlerini yaymaya
başladı. Çok geçmeden onlar arasında hakim
bir sima oldu. Cemiyet, Sultan Abdülhamid
Hana karşı kişi ve çevrelerle kurduğu
münasebetler neticesinde tanınmaya başladı;
yurt içinde ve dışında şubeler kurarak
teşkilatlandı. Ahmed Rıza, Avrupa’daki
teşkilatın adını, Auguste Comte’un pozitivist
felsefesinin parolası olan Nizam ve Terakki
koymak istedi. Jön Türkler bu ismi kabul
etmeyip, İstanbul’daki İttihad-ı Osmani
Cemiyetinin ittihadının da bu cemiyetin
isminde yer almasını istediler. Böylece
İstanbul’dakilerin İttihac’ı ile Ahmed Rıza’nın
Terakki’si bir araya getirilerek, cemiyetin adı
İttihat ve Terakki oldu. Cemiyetin yayın
organı olarak Meşveret Gazetesi ve Fransızca
ilavesi, Paris’te yayınlanmaya başladı. Daha
sonra Cenevre ve Brüksel’de yayın hayatına
devam eden Meşveret Gazetesi yurda gizlice
sokuldu. Cemiyetin para ihtiyacını Paris
mason locası karşıladı.
Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye gibi yüksek
okullarda gizli kollar ve komiteler teşkil eden
cemiyetin yurt içindeki varlığı, 1895 yılındaki
Ermeni olayları sebebiyle duyuldu. Cemiyetin;
Dr. İshak Sükuti, Dr. İbrahim Temo, Dr.
Abdullah Cevdet, Dr. akil Muhtar, TunalıHilmi
gibi faal üyeleri, yapılan soruşturmalar
neticesinde suçlu bulunarak dağıtıldılar.
Bazıları çeşitli yerlere sürülen cemiyet
üyelerinin bir kısmı yurt dışına kaçtı. Yurt dışı
faaliyetleri Bükreş, Paris, Cenevre
veKahire’den idare edilmeye başlandı. 1897
yılında cemiyetin Cenevre ve Kahire şubeleri
faaliyete geçti. Cenevre şubesinin çıkardığı
Mizan ve Osmanlı gazeteleriyle Kahire
şubesinin çıkardığı Kanun-i Esasi ve Hak
gazeteleri cemiyetin fikirlerinin destekçiliğini
yaptılar. Bükreş şubesini İbrahim Temo; Paris
şubesini ise Ahmed Rıza idare etti.
Kalabalık bir kitle teşkil etmeyen ülke
dışındaki cemiyet mensupları, sürekli
anlaşmazlıklar içindeydi. Sultan İkinci
Abdülhamid, yurt dışındaki bu muhalifleri
ikna veya pasifize etmek için gerekli tedbirleri
aldı. Zaten fikri ve siyasi sebeplerden dolayı
ikiye bölünmüş olan İttihatçıların Cenevre
grubunun lideri Mizancı Murad Beyle
anlaşması için serhafiye Ahmed Celaleddin
Paşayı vazifelendirerek Avrupa’ya gönderdi.
Ahmed Celaleddin Paşa ’nın gizli çalışmaları
neticesinde, muhaliflerden büyük bir kısmı
İstanbul’a döndüler ve Padişah’ın hizmetine
girdiler. Ancak Ahmed Rıza’nın çevresinde
kalan bir grup, Osmanlı Devletine karşı
şiddetli muhalefete ve basın yoluyla
propagandaya devam ettiler. Bu sırada Sultan
İkinci Abdülhamiddan istediği ilgiyi
göremeyen eniştesi Damad Mahmud
Celaleddin Paşa da, ülke dışına kaçarak, iki
oğlu Prens Sebahaddin ve Lütfullah beylerle
Paris’e gitti. Sultan İkinci Abdülhamidın ve
Osmanlı Devletinin aleyhinde faaliyete
başladı. Böylece Avrupa’daki Jön Türk
hareketi biraz canlandı. Ancak anlaşmazlık ve
şahsi rekabetler de gittikçe arttı.
4 Şubat 1902 tarihinde Paris’te, bütün Jön
Türkleri içine alan bir kongre toplandı. Bu
kongreye; Prens Sebahaddin, Ahmed Rıza,
İsmail Kemal, İsmail Hakkı(Paşa), Hoca
Kadri, Halil Ganem, Mahir Said, Yusuf Akçura,
Ferid Bey, Ali Haydar, Hüseyin Siret, İbrahim
Temo, Dr. Nazım, Dr. Refik Nevzat ile
Ermeniler ve Rumlar adına da bazı şahıslar
katıldı. Kongrede takib edilecek usul ile ilgili
görüş ayrılıkları belirdi. Ahmed Rıza ve
arkadaşları cemiyetin adını Osmanlı Terakki
ve İttihat Cemiyeti olarak değiştirip, Paris’’te
Meşveret’i çıkarmaya devam ettiler. Mısır’da
da Şurayı Ümmet Gazetesi’ni kurdular. Prens
Sebahaddin ve taraftarları da Teşebbüs-i
Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyetini kurup
Terakki Gazetesi’ni çıkardılar. İki cemiyet
yayın organlarıyla birbirlerini itham etmeye
devam etti. Bir taraftan da taraftar kazanmak
için program ve fikirlerini açıklayıp yaymaya
koyuldular.
Cemiyet, Rumeli’de de hızla teşkilatlandı.
Yalnız Tiran’da olmak üzere, Köstence,
Dobruca, Şumnu, Plevne, Sofya, Kızanlık,
Vidin ve İşkodra’da bir çok şubeler açıldı.
Terakki ve İttihat Cemiyeti batı dünyasında
Jön Türklerin temsilcisi olarak tanıtıldı.
1906 Eylülünde ekseriyeti üçüncü ordu
subaylarından olan; Bursalı Tahir, Naki, Edib
Servet, Kazım Nami, Ömer Naci, İsmail
Canbolat, Hakkı Baha beyler ile posta ve
telgraf idaresi başkatibi Mehmed Talat,
Rahmi ve Midhat Şükrü beyler tarafından
Selanik’te Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruldu.
Sultan Abdülhamid Hanı tahttan indirme
gayesini güden, ihtilalci bir hüviyete sahib
olan ve kurucularının ekseriyetinin mason
olması ile dikkat çeken bu cemiyet, ülke
içinde veya dışında aynı gaye ile kurulan
cemiyetleri kendine çekerek kaynaştırmayı
başardı. Cemiyet, silahlı kuvvetler çevresinde
hızla yayıldı. Asker ve sivil üyeleri
fazlalaşarak ihtilalci bir güç meydana geldi.
Bu cemiyet, bir yıl sonra Osmanlı Terakki ve
İttihat Cemiyetinin Paris şubesiyle birleşme
kararı aldı. Hem yurt içinde hem de yurt
dışında faaliyet gösteren Terakki ve İttihat
Cemiyetinin biri Selanik’te, diğeri Paris’te
olmak üzere iki merkez-i umumisi ortaya
çıktı.
Bu birleşmeden sonra Rumeli’de hızlı bir
şekilde teşkilatlanan Osmanlı Terakki ve
İttihat Cemiyeti komita faaliyetlerine girişti.
Enver Bey, Tikveş yöresinde; Niyazi ve Eyyub
Sabri beyler Resne ve Ohri’de; Selahaddin ve
Hasan Tosun beyler Arnavutluk’ta hürriyet
taburları kurarak tedhiş hareketlerini
yaygınlaştırdılar. Bulundukları bölgelerdeki
gayri müslim ve Türk olmayan unsurlarla da
işbirliği yaparak, Müslüman ahaliyi Sultan
Abdülhamid Hana karşı ayaklanmaya
çağırdılar. Durumun tehlike arz ettiğini gören
Sultan İkinci Abdülhamid, bu komita
faaliyetlerini bastırmak üzere Makedonya’ya
asker sevk etti. Gönderilen askeri birliklerden
de İttihatçı komitacılara katılanlar olması,
cemiyetin Manastır ve Selanik’te hürriyet ilan
edeceğine dair aldığı kararı padişaha
bildirmesi, durumu iyice tehlikeli bir hale
soktu. Bu defa Sultan İkinci Abdülhamid,
Şemsi Paşayı ayaklanmayı bastırmakla
vazifelendirdi. Hazırlıklarını tamamlayan
Şemsi Paşa, 7 Temmuz 1908’de Padişaha
son raporunu vermek üzere girdiği Manastır
Postahanesinden çıkarken İttihat ve Terakki
komitacılarından Bigalı Teğmen atıf
tarafından öldürüldü. Dağa çıkan
komitacıların sayısı gittikçe arttı. Komitacılar,
20 Temmuz 1908’de Firzovik’te halkı
meydana toplayarak hürriyet ve meşrutiyet
isteğiyle gösteri yaptı. Bu vak’alardan sonra
Tatar Osman Paşa, İzmir ve civarı redif
kuvvetleri de kendisine verilerek, Manastır ve
havalisi fevkalade kumandanı olarak bu
bölgeye gönderildi. Ohri Taburu kumandanı
Eyyub Sabri ve Resne kuvvetleri kumandanı
Niyazi beyler, Manastır’da Osman Paşanın
oturduğu konağı muhasara ederek kendisini
Resne’ye götürdüler.
Durumun nazikliği üzerine Kanun-i Esasiyi
yürürlüğe koyan Sultan İkinci Abdülhamid, 23
Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyeti ilan etti.
Meşrutiyetin ilanını takib eden günlerde
birleştirici olduğunu ilan eden İttihatçılar,
cemiyetlerinin ismini Osmanlı İttihat ve
Terakki Cemiyeti olarak değiştirip, Prens
Sebahaddin grubunun mensub olduğu
Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet
cemiyetiyle birleştiğini duyurdular. Partinin
Selanik’teki merkez-i umumi üyelerinden
Ahmed Rıza, Talat, Hüseyin Kadri, Hayri,
Midhat, Şükrü, Habib, Enver, İsmail Hakkı, Dr.
Bahaeddin Şakir ve Nazım beyler hükumetin
faaliyetlerini gözetlemek üzere İstanbul’a
geldiler. Kendileri kabineye giremedilerse de
hükumet üzerinde hakimiyet kurdular.
Tecrübesizliklerinden dolayı kabineleri
doğrudan doğruya kurmak yerine kontrol
altında bulundurmayı tercih ettiler. 4 Ağustos
1908’de kurulan meşrutiyetin ilk kabinesi
olan Said Paşa hükumeti, İttihat ve Terakkinin
baskısına dayanamayarak 13 Ağustosta
çekilmek zorunda kaldı. İkinci defa kurulan
Said Paşa hükumeti ise beş gün dayanabildi.
İttihat ve Terakki iktidar olmamıştı ama
hükumeti ve hükumetin icraatını kendileri
tayin ediyordu. 21 Ağustosta İttihat ve
Terakkinin baskısıyla Kamil Paşa hükumeti
kuruldu. Hükumetlerdeki istikrarsızlık, İttihat
ve Terakkinin devlet otoritesini ve
bütünlüğünü bozmaya yönelik faaliyetlerini
fırsat bilen Bulgarlar, 5 Ekimde bağımsızlık
ilan ettiler. Ertesi gün Avusturya, Bosna-
Hersek’i ilhak etti. 6 Ekim’de Girid,
Yunanistan’a bağlandı.
Meşrutiyetin ilanından sonra ülkeye dönen
Prens Sebahaddin Bey grubu, İttihat ve
Terakki ile birlikte hareket etmeyi reddederek
kendi görüşleri doğrultusunda faaliyet
göstermeye başladılar. Adem-i Merkeziyetçi
görüşleri sebebiyle İttihat ve Terakkiden
bekledikleri iltifatı göremediler. İttihat ve
Terakki ile tamamen irtibatı kesen Prens
Sebahaddin Bey, 14 Eylül’de Ahrar Fırkasının
kurulmasını destekledi. Kısa zamanda
muhalefetin sesi haline gelen Ahrar Fırkası,
İttihat ve Terakkinin gizli kapaklı yönetim
modeliyle iktidar tekelciliğinin ve gizliliğinin
sonunda bir istibdat meydana gelebileceği
konusunu işledi. İdari ve siyasi mesuliyetten
uzak olan İttihat ve Terakkinin devlet işlerine
karışmasını, hükumeti ve milleti tahakkümü
altına almasını, orduyu siyasete
karıştırmasını tenkid etti.
İttihat ve Terakkinin, Kamil Paşa hükumeti
üzerinde şiddetli baskı kurmak istemesi
yüzünden, Kamil Paşa ile İttihat ve Terakkinin
arası açıldı. 18 Ekim-8 Kasım 1908 tarihleri
arasında İttihat ve Terakkinin kongresi gizli
olarak toplandı ve cemiyet için yeni bir siyasi
program hazırlandı. Kongre sonunda
yayınlanan 13 maddelik bildiride, cemiyetin
siyasi fırka (parti) haline geldiği ilan edildi.
Gayri müslim ve Türk olmayan unsurların da
desteğiyle, 1908 yılı sonlarına doğru yapılan
seçimi İttihat ve Terakki kazandı. 17 Aralık
1908’de Sultan İkinci Abdülhamidın
konuşmasıyla yeni seçilen meclis-i meb’usan
açıldı. Sadrazam Kamil Paşanın hükumette
bazı değişiklikler yapması İttihat veTerakkinin
Babıali’ye karşı sert tepkiler göstermesi
sebebiyle, İttihat ve Terakki ile Sadrazam’ın
arası iyice açıldı. 14 Şubat 1909’da meclis-i
mebusanda yapılan güven oylamasıyla,
Ahmed Rıza, Talat, Cavit ve Enver Bey gibi
ittihatçıların faaliyetleri sonucu Kamil Paşa
hükumeti düşürüldü. Sadrazamlığa Hüseyin
Hilmi Paşa getirildi. İttihat ve Terakkiye karşı
gerek meclis içi, gerekse meclis dışı
muhalefet şiddetlendi. Meclis içinde, çok az
üyesi bulunan Ahrar Fırkası, Meclis dışında
Serbesti Gazetesi ile muhalefet çalışmalarını
sürdürdü. Bu gazete, eski memurlardan
şantaj yoluyla para alındığını gösteren
belgeler ve makaleler yayınladı. Siyasi
rakiplerine karşı tedhiş yoluna baş vuran
İttihatçılar, Serbesti Gazetesi başyazarı Hasan
Fehmi’yi Sirkeci Postahanesi yanında esrarlı
bir şekilde öldürttüler. Hasan Fehmi’nin
cenaze töreni İttihatçıların aleyhinde bir
gösteri mahiyetinde cereyan etti. Derviş
Vahdeti ve arkadaşları tarafından kurulan
İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti ve yayın organı
olan Volkan Gazetesi de, İttihat ve Terakki
aleyhinde faaliyet gösterdiler. İttihat ve
Terakkinin ordu içinde kendisine karşı olan,
milletini, dinini ve vatanını seven subayları,
orduda gençleştirme bahanesiyle tasfiye
etmesi, orduda huzursuzluklara yol açtı.
İttihat ve Terakkinin Padişaha ve hilafet
makamına karşı olan sevimsiz hareketleri de,
sağduyu sahibi Müslüman ahalide nefret
uyandırdı.
İttihat ve Terakki, Padişaha sadık Birinci
Orduya güvenmeyerek Selanik’teki Üçüncü
Ordudan avcı taburları getirtti. İttihatçılar
tarafından tertib edilen ve Selanik’ten getirilip
Derviş Vahdeti isminde bir kimse tarafından
“Din elden gidiyor!” “Şeriat isteriz!” gibi
sloganlarla kışkırtılan avcı taburları
tarafından çıkartıldığı tesbit edilen 31 Mart
Vak’ası üzerine İttihat ve Terakki tarafından,
Selanik’ten Bulgar, Sırp, Yunan, Arnavud
yağmacılarının da bulunduğu Hareket Ordusu
İstanbul’a getirildi. Sultan İkinci Abdülhamid,
Selanik’ten gelen Hareket Ordusuna karşı
koymak isteyen kendisine sadık
kumandanlara, çarpışılmaması, Müslüman
kanı dökülmemesi için sıkı emir verdi.
İsteseydi yalnız Taksim ve Taş kışladaki
talimli asker ve sadık subaylar, gelen hareket
ordusunu darmadağınık edebilirdi. Fakat
sultan, kardeş kanının dökülmesini istemedi.
İttihat ve Terakkinin önderliğinde İstanbul’a
giren Hareket Ordusu kumandanları, doğru
Yıldız Sarayı’na geldiler. Hazineyi, asırlardan
beri toplanmış olan kıymetli yadigarları ve
dünyanın en zengin kütüphanelerinden olan
saray kitaplığını yağma ettiler. Padişahın
arabası bile parçalanıp paylaşıldı. Sultan
İkinci Abdülhamid, İttihat ve Terakki ileri
gelenlerince tahttan indirildi, yerine kendinden
iki yaş küçük olan kardeşi Muhammed Reşad
getirildi.
İttihat ve Terakki ileri gelenleri, Sultan İkinci
Abdülhamidı lekeleyecek bir suç bulamadılar.
Milletin, hükümdarı saydığını görerek
öldürmeye de cesaret edemediler. Hemen o
gece kurmay binbaşı Fethi Okyar’ın emrinde
olarak trenle Selanik’e götürdüler. Oradaki
Alatini köşküne hapsettiler. Bu olaylar
sırasında Hüseyin Hilmi Paşa istifa edip
Tevfik Paşa sadrazam oldu. 31 Mart
Vak’asından bir gün sonra Adana’da Ermeni
ihtilali oldu. Müslümanların mallarına,
canlarına, ırzlarına saldıran Ermeniler ; İttihat
ve Terakkinin seyirci kaldığı hadiselerde 1850
Müslüman-Türkü öldürdüler.
Halkın bir araya gelmesiyle Ermeni isyanı
bastırıldı. Adana’ya vali tayin edilen İttihat ve
Terakki ileri gelenlerinden Cemal Paşa da,
Avrupalılara şirin görünmek için Ermenilerle
birlikte hareket ederek yüzlerce Müslümanı
asıp kesti.
31 Mart Ayaklanmasının bastırılmasından ve
Sultan İkinci Abdülhamid'in tahttan
indirilmesinden sonra duruma hakim olan
İttihat ve Terakki, bütün fırkaları lağv ederek
muhalif olanları tevkif ettirdi. Bu arada hiçbir
kabahatleri olmadığı halde, sadece cemiyete
karşı oldukları zannedilen birçok zabit de
tutuklanarak Bekirağa Bölüğüne hapsedildi.
İstanbul’da örfi idare (sıkıyönetim) ilan
edilerek Divan-ı harb-i örfilerle (sıkıyönetim
mahkemesi) birlikte darağaçları kuruldu.
Kendilerine göre suçlu görülenlerin yanında
suçsuzlar da idam edildi. Eski devre ait
devlet adamlarından pekçok kimse çeşitli
yerlere sürüldü. İttihat ve Terakki erkanının
devlet işlerini doğrudan doğruya ellerine
almak istemeleri üzerine, 14 Nisan 1909’da
Tevfik Paşa sadrazamlıktan istifa etti. Yerine
Hüseyin Hilmi Paşa tekrar sadrazam oldu.
İttihat ve Terakkinin ileri gelenlerinden genç,
tecrübesiz ve maceracı Talat Bey de, bu
kabinede dahiliye nazırlığına getirildi. İttihat
ve Terakkinin keyfi baskılarına dayanamayan
Hüseyin Hilmi Paşa, 7 ay 24 günlük bir
iktidardan sonra tekrar istifa etti. Sadaret
makamına getirilen Roma sefiri Hakkı Paşa
kabinesinde, hareket ordusunun diktatör
kumandanı Mahmud Şevket Paşa, harbiye
nazırı olarak vazife aldı.
Muhaliflerine karşı sert tedbirler alan ve
tedhiş yollarına başvuran İttihat ve Terakki,
Sada-yı Millet Gazetesi başyazarı Ahmed
Samim’i de sokak ortasında öldürttü. Sultan
İkinci Abdülhamidın Balkan siyasetinin esası
olan Bulgar ve Rum kiliseleri arasındaki
rekabete son veren İttihat ve Terakki, güya
Makedonya’daki unsurlar arasındaki ihtilafı
gidermek bahanesiyle kiliseler kanununu
çıkardı. Neticede Bulgar, Yunan ve Sırp
unsurları arasında hiçbir ihtilaf bırakmayarak,
bunların Osmanlı Devleti aleyhine Balkan
ittifakı kurmalarına yol açtı. 1 Nisan 1910’da
Arnavutluk ayaklanması çıktı; 9 Mayıs
1910’da da Girid meclisi, Yunan kralına
bağlılık yemini etti.
Bu sırada, harbiye nazırı olan Mahmud
Şevket Paşa, Trablus’taki askeri Yemen’e
sevk etmek, bir çok ihtarlara rağmen
mühimmatı da İstanbul’a getirmek suretiyle
bu bölgeyi müdafadan mahrum bıraktı.
İtalyanların teşebbüsleri üzerine Trablusgarb
vali ve kumandanı Müşir İbrahim Paşa da,
vazifeden azledilerek bu vilayet kumandansız
ve valisiz bırakıldı. Roma hükumeti de bu
vaziyetten istifadeyle İttihat ve Terakkinin
Trablusgarb ve Bingazi’deki halkı İtalyan
aleyhinde tahrik etmesini ve Osmanlı
vapurlarıyla oralara asker ve mühimmat sevk
olunduğunu iddia ile 23 Eylül 1911’de verdiği
bir ültimatomla Trablus ve Bingazi’nin
boşaltılmasını ve teslim edilmesini istedi.
Daha sonra da harb ilan etti. Ciddi bir tedbir
alınmadığı için Trablusgarb’ın elden
çıkmasına sebeb olundu. Harb ilanını bildiren
ültimatom geldiğinde, İttihatçıların hariciye
nazırı, İtalyan sefiri ile satranç oynamaktaydı.
Sadrazamlığı sırasında; Çırağan Sarayı
yangını, Babıali yangını, Arnavutluk İsyanı,
Girid’in Yunanistan’a iltihakı, Tarblusgarb’ın
İtalyanlarca işgal edilmesi gibi felaketlerin
vuku bulduğu Hakkı Paşa, 29 Eylül 1911’de
istifa etmek zorunda kaldı. Yerine ayan Reisi
Küçük Said Paşa sadrazam oldu.
İttihat ve Terakkinin içeride uyguladığı
partizan ve baskıcı, dışarıda uyguladığı
tavizci politika sebebiyle muhalefet gittikçe
fazlalaştı. 1911 yılı başlarında kendi içinde
meydana gelen Hizb-i cedid hareketi de
muhalefete katıldı. 21 Kasım 1911’de bütün
muhalefet gruplarının ve fırkalarının bir araya
gelmesiyle Hürriyet ve itilaf fırkası kuruldu.
Kurulmasından yirmi gün sonra girdiği
İstanbul’daki mebus seçiminde başarı
göstermesi, İttihat ve Terakkiye karşı
muhalefetin güçlendiğini ortaya koydu.
Meclis-i meb’usan’daki hakimiyetin elinden
çıkmakta olduğunu gören İttihat ve Terakki,
kanun-i esaside değişiklikler yaparak
hükumetin yetkilerini artırmak çabasına girdi.
Hükumetle meclis-i meb’usanın arası
açılınca, meclisde güven oyu alamayan
hükumetler ard arda istifa etmek zorunda
kaldı. Bu bunalım sebebiyle meclis-i
meb’usan feshedilerek tekrar seçime gitme
kararı alındı. “Sopalı seçimler” diye bilinen ve
İttihat ve Terakkinin çeşitli tedhiş hareket ve
hileleriyle yapılan 1912 seçimlerinde,
çoğunluğu yine İttihat ve Terakki elde etti.
Mecliste ekseriyeti elde eden İttihat ve
Terakki, hükumete kendi adamlarını getirmek
suretiyle baskıyı iyice arttırdı.
Muhalefetin desteğiyle, ordu içinde İttihat ve
Terakkiye karşı olan subaylar tarafından
Halaskaran-ı Zabitan Grubu kuruldu. Bu grub,
hükumete gizli tehdid ve baskılar yapınca, 16
Temmuz 1912’de Said Paşa sadrazamlıktan
istifa etti. Bu sırada meydana gelen bazı iç ve
dış hadiseler yüzünden yıpranan ve güçten
düşen İttihat ve Terakki iktidara talib
olmayınca, 21 Temmuzda partilerüstü
görünümde olan Gazi Ahmed Muhtar Paşa
hükumeti kuruldu.
Aslında İttihat ve Terakkiye karşı bir tepki
hükumeti olan Gazi Ahmed Muhtar Paşa
hükumeti, bu fırkaya karşı gittikçe sertleşti.
Bir bahaneyle meclis-i meb’usanı feshettirdi.
Bu sırada meclis dışında kalan İttihat ve
Terakkinin tahrik ve teşvikleriyle yapılan
gösterilerden sonra Balkan Harbi başladı.
Ordunun siyasete sokulması ve subayların
İttihatçı-itilafçı olarak ikiye bölünmesi
yüzünden Osmanlı ordusu Balkan Harbinde
bütün cephelerde kısa zamanda yenilgiye
uğradı. Osmanlı orduları ancak Çatalca
hattında tutunabildiler. Kısa bir müddet sonra
Gazi Ahmed Muhtar Paşanın sadrazamlıktan
istifa etmesi üzerine Kamil Paşa hükumeti
kuruldu. Yeni hükumet döneminde Balkan
Harbinin felaketi neticeleri devam etti. Kamil
Paşa hükumetinin de aleyhinde propaganda
yapan İttihat ve Terakki, normal yollardan
iktidara gelemeyeceğini anlayınca hükumete
karşı darbe planladı. 23 Ocak 1913’de Babıali
baskını diye bilinen kanlı bir baskın
düzenleyerek iktidara el koydu. Sadrazam
Kamil Paşanın zorla istifa ettirilmesi üzerine,
İttihatçı olan Mahmud Şevket Paşa sadarete
getirildi. Her işte kendi bildiğine göre hareket
eden Mahmud Şevket Paşa da, 11 Haziran
1913’te İttihatçılar tarafından meçhul bir
şekilde öldürtüldü. Mahmud Şevket Paşanın
ölümünden sonra Said Halim Paşanın
sadrazam olmasıyla İttihat ve Terakki tam
iktidar oldu. İttihat ve Terakkiye faal olarak
bizzat hizmet eden Said Halim Paşa
hükumetinin bütün üyeleri İttihatçı idi. Said
Halim Paşanın 3 sene 7 ay ve 23 günlük ve
bunun yerine gelen Talat Paşanın bir buçuk
senelik sadaret zamanlarında memleket
karmakarışık oldu. Herkes ölüm ve hapis
korkusu içinde yaşadı. Can, mal ve namus
emniyeti kalmadı. İslam düşmanlığı moda
olmaya başladı. Her vilayette zalimler, ırz
düşmanları türedi.
1914 yılında yapılan seçimleri de kazanan
İttihat ve Terakki, bir oldu bittiye getirilerek
Osmanlı Devletini Harb-i Umumi diye bilinen
Birinci Dünya Harbine soktu. Hiçbir
mecburiyet yokken Talat, Enver ve Cemal gibi
İttihat ve Terakki paşalarının çeşitli
hülyalarıyla girilen savaş; Sina, Irak,
Kafkasya ve Çanakkale cephelerinde devam
etti. 1914-1918 yılları arasında devam eden
Birinci Dünya Harbinde pekçok vatan toprağı
elden gitti; yüz binlerce Müslüman-Türk
evladı şehid düştü. Savaşın mağlubiyetle
sona ermesi üzerine, 8 Ekim 1918’de
sadrazam Talat Paşa istifa etti. Yerine de
Ahmed İzzet Paşa sadrazamlığa getirildi.
Böylece on seneden az bir zaman zarfında
Sultan Abdülhamid’den devr alınan üç kıtaya
yayılmış altı yüz senelik koca bir
imparatorluğu, korkunç bir ihtiras ve cehalet
ile tarihin sinesine gömen ve birinci derecede
mesul olan İttihat ve Terakki, iktidardan
uzaklaştı. Şahsi ihtiras ve ikbal için bir milleti
harbe sokarak Müslüman-Türk evlatlarından
en az iki milyon kişiyi cephelerde kar ve tipi
altında veya kavurucu çöller ortasında çıplak,
aç, susuz bırakarak şehid olmalarına sebeb
olan İttihat ve Terakkinin ileri gelenleri, birkaç
milyon kilometre kare olarak devraldıkları bir
memleketi birkaç yüz bin kilometre kareye
kadar küçülttüler. Bu küçük toprak parçasını
da düşman çizmelerinin altında bırakarak
kaçtılar. İlk olarak Enver, Talat ve Cemal
paşalar ile doktor Bahaaddin Şakir, doktor
Nazım, 30 Ekim 1918’de Mondros
Mütarekesini imza ettikten bir gün sonra
gece yarısı koca Osmanlı Devletini yıktıktan
sonra, ihanetlerine bir yenisini ekliyerek
kaçtılar.
Sultan Abdülhamid'i tahttan indiren,
Trablusgarb ’ı İtalyanlara bırakan, çıkardığı
kiliseler kanunuyla Balkanlardaki
Hıristiyanların birlik kurmalarını sağlayan ve
Balkanların Osmanlı Devletinden kopmasına
sebeb olan, Babıali Baskınını düzenleyen ve
milleti zulüm ve tedhiş ile idare eden,
Sarıkamış faciasında on binlerce Müslüman-
Türkün canına kıyan, mecnunane bir hareketle
Kanal Seferini açarak Filistin ve Suriye’de
Osmanlı ordusunun ve bu toprakların elden
çıkmasına sebeb olan, dört senelik Birinci
Dünya Harbi müddetince Anadolu’da halkı
açlık, sussuzluk, yokluk içinde inleten İttihat
ve Terakki ileri gelenlerinden Enver Paşa
Türkistan’da, Talat Paşa Berlin’de, Cemal
Paşa da Tiflis’te, Ermeniler tarafından
öldürüldüler.
İlk önce gizli bir cemiyet şeklinde kurulup,
yurt içinde ve yurt dışında teşkilatlanan,
Abdülhamid Hanı tahttan indirmek için
Osmanlı ve İslam düşmanlarıyla işbirliği
yaparak komitacılık faaliyetlerinde bulunan
İttihat ve Terakki, 1908 ile 1918 arasında
yapılan seçimlerden 1908, 1912 ve 1914
senelerinde yapılan üç genel seçimi kazandı.
İlk zamanlar Osmanlıcı ve İttihad-ı Anasırcı
bir çizgi izlediği ve daha sonraki dönemlerde,
bünyesinde Türk olmayanlara yer verdiği
halde, Türkçü ve milliyetçi bir çizgi takib eder
göründü. Doğrudan cemiyete aid ve bağlı
gazeteler olarak Selanik’de çıkan İttihat ve
Terakki, Hürriyet, Rumeli, İstanbul’da
yayınlanan Tanin ileŞura-yı Ümmet
gazetelerinin yanında bağımsız fakat İttihat
ve Terakkinin destekçisi hüviyetindeki Tasvir-
i Efkar, Tercüman-ı Hakikat gazeteleri ile
fırkaya eğilimli İstiklal, Hak, Hadisat, Vakit
gazeteleri yanında Kalem, Karagöz ve haftalık
Şura-yı Ümmet gibi mizah gazeteleri;
Türkçülere ait yayın organlarından; Türk
Yurdu, İslam Mecmuası, Yeni Mecmua İttihat
ve Terakkinin fikirlerini desteklediler.
Talat, Said Halim, Enver, Cemal, Halil ve Nuri
paşalar, Babanzade İsmail Hakkı, Seyid, Hacı
adil, İsmail Hakkı, Hüseyin Cahid (Yalçın),
Ahmed Rıza, Halil (Menteşe), Ziya (Gökalp),
Midhat Şükrü (Bleda), Ömer Naci, Ahmed
Şükrü, Dr. Nazım, Cavid, Bahaaddin Şakir,
(Kara) Kemal, (Küçük) Talat beyler ve Hafız
İbrahim, Emrullah, Hayri, şeyhülislam Musa
Kazım efendilerle Emanoel Karaso ve
Hallaçyan gibileri İttihat ve Terakkinin ileri
gelen elemanlarındandı.
Cemiyet; kuruluş, teşkilatlanma ve faaliyet
bakımından farklı özellikler taşıyordu.
Cemiyetin yöneticilerinin çoğu masondu.
Cemiyeti yöneten merkez-i umumi (genel
merkez) üyesi yedi kişinin kimlikleri,
meşrutiyet ilan edildikten sonra bile
açıklanmadı. Üyeler, masonların
merasimlerine benzer usullerle cemiyete
alınırdı. Rehber üyelerce tavsiye edilen ve
uygun görülen kişiler, tahlif heyeti (yemin
kurulu) önünde yemin ederlerdi. Heyet
başkanı, önce cemiyetin gayesini, cemiyet
üyeliğinin taşıdığı sorumluluğu aday üyeye
anlatır, sonra merkez-i umuminin hazırladığı
yemini okurdu. Aday üye, inandığı dinin
kutsal kitabına, hançer ve tabanca üzerine el
basarak yemini tekrarlardı. Cemiyete giren
üye, teşkilatın gayesi uğruna gerektiğinde
canını fedaya hazır olduğunu bu yeminle
kabul ediyordu. Ayrıca cemiyetin vereceği
özel görevleri yerine getirmek için fedai
şubeleri kurulmuştu. Fedailer görev sırasında
öldükleri takdirde, cemiyet, ailelerine bakmayı
taahhüt ediyordu. Cemiyetin amaçlarına
aykırı hareket eden üyeler için merkez
heyetleri, mahkeme gibi yargılama yaparlar
ve suçluyu cezalandırırlardı. Cinayetten
hüküm giyenler ölüm cezasına çarptırılırdı.
On seneye yakın bir müddet iktidarda kalan,
koskoca Osmanlı Devletinin yağma
edilmesine sebeb olan İttihat ve Terakkinin
son kongresi, birinci Dünya Harbinin
mağlubiyetle bitmesinden sonra 14 Kasım
1918’de toplandı. Bu kongrede parti kendini
feshederek, tarihe karıştığını ilan etti. Bazı
İttihatçılar birleşerek Teceddüt Fırkasını
kurdular. Resmi ve kanuni olarak tarihe
karışan İttihat ve Terakkinin mensupları
kendilerine yeni yollar aramaya devam ettiler.
Daha sonra İttihatçılara karşı sert tedbirler
alındı. Kurulan Divan-ı Harb-i Örfi tarafından
yargılandılar. Tevfik Paşa hükumetince, İttihat
ve Terakkinin mallarına el kondu. Bir kısım
malları ise teceddüt fırkasına devredildi. Yurt
dışına kaçanların gıyaben cezalandırılmaları
sırasında bir kısmı da mahkum edilerek
Bekirağa Bölüğüne hapsedildiler. Daha sonra
da Malta’ya sürüldüler. İttihatçıların
cemiyetleri yok oldu ise de, geride zihniyetleri
kaldı. Halk düşmanlığı, bölücülük, jurnalcılık
hastalıkları, İttihatçıların cemiyetimize adapte
ettiği kötü örneklerden sadece birkaçıdır.
İttihat ve Terakki Yönetimi
İktidarı, askeri darbe ile ele geçirdikten sonra
da Cemiyet, kendi hükümetini kurmaktansa,
saygın bir asker olan Mahmut Şevket Paşa 'yı
sadrazamlığa getirmeyi seçti. Ancak 11
Haziran 1913'te Mahmut Şevket Paşa'nın da
bir suikaste kurban gitmesi üzerine, Sait
Halim Paşa sadrazamlığında kapsamlı bir
diktatörlük yönetimi kuruldu. Aralarında
muhalif siyasi liderlerin bulunduğu 24 kişi
Mahmut Şevket Paşa suikastiyle ilgili
görülerek idama mahkûm edildi. (Osmanlı
Devleti'nde 1820'lerden bu yana infaz edilen
ilk siyasi idamlardır.) İTC yönetiminin
muhalifleri arasında bulunan, çoğu yazar,
gazeteci ve milletvekili olan 250 dolayında
kişi Sinop'a sürgün edildi. Tüm muhalif
gazeteler kapatıldı.
Kendini bir "devrim (inkılap) rejimi" olarak
gören İTC iktidarının, 1913'ü izleyen
dönemdeki politikaları şöyle özetlenebilir:
Silahlı Kuvvetlerde büyük tensikat yapıldı.
Enver Bey dört rütbe birden yükseltilerek paşa
oldu ve ordu yönetimine getirildi.
Dış politika Alman yanlısı bir çizgiye yöneldi.
İdeolojik alanda Türkçülük ve Turancılık
görüşleri benimsendi. Cemiyetin "resmi
sözcüsü" kimliğini kazanan Ziya Gökalp'in
yanısıra, Ahmet Ağaoğlu , Mehmet Emin
(Yurdakul) , Ömer Seyfettin, Yunus Nadi ,
Halide Edip gibi partili yazarlar bu görüşleri
savundular. Öte yandan, şair Mehmet Akif
(Ersoy) 'un savunduğu bir İslam milliyetçiliği
akımı da Cemiyet içinde yandaş buldu.
Gayrımüslim azınlıkları ekonomik yaşamdan
silmeyi hedefleyen Milli İktisat Politikası
benimsendi. 1914'te kapitülasyonlar tek
taraflı olarak feshedildi.
Dilde sadeleşme ve Türkleştirme çalışmaları
başlatıldı.
Medrese eğitiminin modernleştirilmesini ve
Maarif Nezareti denetimine alınmasını
öngören reformlar yapıldı.
Hukuk-ı Aile Kararnamesi ile medeni hukukta
kadın-erkek eşitliği getirildi, kadınlara
boşanma hakkı tanındı.
1917'de Osmanlı Hanedanı'na son vererek
(belki Enver Paşa başkanlığında) bir
Cumhuriyet kurma görüşü ortaya atıldı ise de
Cemiyetin Talat Paşa kanadının muhalefeti
üzerine bundan vazgeçildi.
Savaş Yılları
Cemiyet üst yönetimi ile Almanya arasında 2
Ağustos 1914'te hükümetten ve padişahtan
habersiz olarak imzalanan ittifak antlaşması
sonucunda, Türkiye Birinci Dünya Savaşı'na
Almanya safında katıldı. Bu olay Cemiyet
içinde eleştirilere ve bölünmeye yol açtı.
Cavit Bey , Ahmet İzzet Paşa, Çürüksulu
Mahmut Paşa gibi önemli İttihatçılar
hükümetten ve askeri görevlerden ayrıldılar.
Fethi Bey , Rauf Bey , Mustafa Kemal gibi
bazıları da görevde kalmakla birlikte Enver
Paşa başkanlığındaki Cemiyet yönetimine
karşı çeşitli derecelerde tavır aldılar.
Daha önce İstanbul Muhafızı (emniyet
müdürü) ve Bahriye Nazırı olarak rejimin üç
kilit isminden biri olan Cemal Paşa, savaşın
ilk aylarında Suriye kumandanlığına
gönderilerek fiilen merkez yönetiminden
uzaklaştırıldı. Rejimin iki lideri olarak kalan
Talat Paşa ve Enver Paşa arasındaki rekabet,
zaman zaman su yüzüne çıkmakla birlikte bir
kopmaya yol açmadı.
Savaşın ilk aylarında Sarıkamış'ta, daha
sonra Süveyş'te ve Irak'ta uğranan ağır
yenilgiler Başkumandan Enver Paşa'nın siyasi
konumunu sarsamadıysa da, stratejik
becerisine ilişkin kuşkular doğurdu. Enver'e
yakınlığıyla tanınan İaşe Nazırı Topal İsmail
Hakkı Paşa'ya atfedilen büyük mali
yolsuzluklar da İTC rejimini yıprattı.
Mütareke ve Kurtuluş Savaşı
Dönemi
Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilginin
kesinleşmesinden sonra Talat Paşa hükümeti
8 Ekim 1918'de istifa etti. 1 Kasım'da yapılan
olağanüstü kongrede İTC kendini feshederek,
Teceddüd Fırkası (Yenilenme Partisi) adıyla
yeni bir parti kurulmasına karar verdi. 2
Kasım'da İTC liderleri Enver, Talat, Cemal,
Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım yurt dışına
kaçtılar.
Bu dönemde gerek Türkiye'de gerek İtilaf
Devletleri kamuoyunda yaygın olan inanca
göre parti örgütü tasfiye edilmemiş, daha
sonra yeniden ortaya çıkmak üzere yeraltına
çekilmişti. Alman ittifakından ve savaş
sırasında gerçekleşen yolsuzluk ve
katliamlardan sorumlu tutulan liderler
gizlenmiş, buna karşılık savaş suçlarına
doğrudan karışmamış olan Cavit , Rauf, Fethi ,
Vasıf , Rahmi , İsmail Canbulat gibi kadrolar
ön plana çıkarılmıştı.
Savaşın kaybedilmesi ve ülkenin işgali
olasılığına karşı daha 1915'te Enver
öncülüğünde bir direniş örgütünün kurulduğu
bilinmekteydi. Nitekim 1918-1919 kışında,
daha sonra Milli Mücadele'de kilit roller
oynayacak olan kişiler İstanbul'a çağrılarak
eğitilmiş, Anadolu'nun çeşitli kentlerinde
gazeteler ve dernekler kurdurulmuş, Batı ve
Kuzey Anadolu'da eski Teşkilat-ı Mahsusa
üyelerinin önderliğinde Kuva-yı Milliye adlı
direniş örgütleri teşkilatlanmıştı. Hareketin
belli bir aşamasında Enver'in yurda dönerek
yönetimi ele alacağı beklentisi, 1921 baharına
dek, kamuoyunda yaygındı. İstanbul basınının
1919-1920 yıllarında Milli Mücadele 'ye
yönelttiği sert eleştirilerin başlıca konusu ve
gerekçesini de "İttihatçılık" suçlaması
oluşturuyordu.
Nitekim ( Rıza Nur , Ahmet Ferit Tek gibi bir-
iki istisna bir yana bırakılırsa), Milli
Mücadele kadrolarının tamamı eski
İttihatçılardan oluşmaktaydı. Başta Mustafa
Kemal olmak üzere Rauf, Fethi, Kâzım
Karabekir, Celal (Bayar), Adnan (Adıvar),
Şükrü, Rahmi, Çerkez Raşit ve Ethem, Bekir
Sami, Yusuf Kemal, Celaleddin Arif, Ağaoğlu
Ahmet, Recep (Peker), Şemsettin (Günaltay),
Hüseyin Avni, Ziya Hurşit gibi milliyetçi
liderlerin tümü eski İTC kadroları ve hatta
Teşkilat-ı Mahsusa görevlileri idiler. İttihatçı
hareketin basın ve propaganda sözcülerinden
Ziya Gökalp, Mehmet Emin (Yurdakul),
Mehmet Akif (Ersoy), Celal Nuri (İleri), Yunus
Nadi (Abalıoğlu), Falih Rıfkı (Atay), Velid
Ebüzziya ve diğerleri Milli Mücadele'nin de
savunuculuğunu üstlenmişlerdi.
Buna karşılık Milli Mücadele kadrosunun eski
İttihatçı örgütün doğrudan devamı mı, yoksa
Mustafa Kemal önderliğinde yeni bir oluşum
mu olduğu, tatmin edici bir şekilde
yanıtlanabilmiş bir soru değildir.
İTC 'nin eski liderleri 1925'te çıkarılan Takrir-
i Sükûn Kanunu ile siyasi hayattan tasfiye
edilecek, ve aralarından önde gelen 13'ü
1926'da İzmir Suikasti komplosuna
karıştıkları iddiasıyla İstiklal Mahkemesi'ne
sevkedilerek idam edilecekti.
İttihat ve Terakki liderlerinin Sonu
Enver, Talat ve Cemal Paşalar, 1 Kasım
1918'ten 2 Kasım'a bağlayan gece Alman
torpidobotu 'R-1' ile İstanbul'u terkederek 3
Kasım 1918'de Sıvastopol'a ulaştı.
Talat Paşa, 15 Mart 1921'de Berlin 'de
Charlottenburg semti Hardenberg sok.
(bugünkü Kurfürstendamm sok.) no.4'taki
ikametgahından dışarı çıktığında Ermeni
Salomon Tehleryan tarafından öldürülmüştü.
Cemal Paşa, 22 Temmuz 1922'de Tiflis'te
uğradığı suikast sonucu öldürülmüştü.
Enver Paşa, 4 Ağustos 1922'de bugünkü
Tacikistan 'nın Balh-i Cevan'nın 15 kilometre
doğusunda bulunan Çegan tepe'de Kızıl Ordu
ile çatışmaya girmiş ve öldürülmüştü.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol